80 yıllık Kürt Politikası:İlhak İmha
Asimilasyon[Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]Zulmün Osmanlı'ya Uzanan Kökleri
Anlatacağımız acılı bir tarihtir. Tarihi boyunca devletleşemeyen,
devletleştirilmeyen, istilalar altında yaşamış, kendi iç parçalanmışlıklarının
bedelini ağır ödemiş, zulme direnebilmek için dağlara çekilmek zorunda kalmış,
dili yasaklanmış, adı yasaklanmış, kendisi yoksayılmış bir halkın tarihidir.
"Yurtsuz halk Kürtler" diye nitelendirmişti
bir yazar Kürtler'i. Bir yurtları vardı onların da, halen de var. Tarih indinde
yaşadıkları o yurdun üzerinde "Kürdistan" yazıyor. Seyahatname'ler, resmi
belgeler bir döneme kadar sözediyor onlardan. Ama sonra bir ülke, bir halk
siliniyor belgelerden. Dünya "idari" haritalarında "Kürdistan" yazılı bir yer
gözükmüyor bugün. Yazı dizimiz, işte bu yok sayışın tarihi bir özeti olacak.
Egemen sınıfların Kürt halkının kaderiyle nasıl oynadığı, Kürt aşiret
liderlerinin, feodal, milliyetçi önderliklerin nasıl bu oyunlara ortak olduğu
var bu tarihte. Ve kan değmedik yeri kalmamış dağlar, ovalar var.
Bu yazı dizimizde esas olarak Cumhuriyet tarihi
boyunca izlenen Kürt politikalarını ele alacağız, ancak giriş olarak Kürtler'in
Osmanlı İmparatorluğu döneminden de sözetmek zorunludur. Çünkü, Kürt
politikalarının özeti olan ilhak, imha ve asimilasyonun ilk uygulamaları bu
döneme uzanmaktadır. Ve çünkü, sömürücü egemen sınıfların mantığı, imparatorluk
da olsalar, cumhuriyet de olsalar, aynı şekilde işliyor.
1.Bölüm:
Zulmün Osmanlı'ya Uzanan Kökleri
Milattan önce 7. yüzyılda kurulan Med Devleti, Kürtler'in tarihteki ilk
devleti sayılır. O gün bugündür Kürtler bir daha devlet kuramadılar. Sonraki
yüzyıllarda çeşitli beylikler kurmalarına rağmen, bir devletleri olmadı. Med
Devleti yıkıldıktan sonra, Kürdistan'ın büyük bölümü Makedon Kralı İskender'in
orduları tarafından işgal edildi. İşte Kürtler'in bundan sonraki tarihi hep
işgal altında geçecektir. Kürt aşiretlerinin tarihteki izleri, ancak şu veya bu
imparatorluğun tarihi içinde sürülebilecektir. Persler, Sasaniler, Emeviler,
Abbasiler, Bizans, Moğollar, Karakoyunlular diye uzayıp gidiyor istilacıların
listesi.
Bu istilalardan Arap istilası,
Kürtler'in tarihteki adı üzerinde de belirleyici bir etki yaptı. Arap istilasına
kadar Kürdistan'a "Kordu" ve Kürt halkına da "Kordular" denilmekteydi. Arap
istilasından sonra Kordu bölgesi halkına Kürt veya Kurd; çoğul olarak da E'krad
(Kürtler) denilmeye başlandı.
İlk parçalanma,
ilk "muhtariyet"
Osmanlı ve Safevi
İmparatorlukları arasındaki Çaldıran Savaşı Kürt tarihinde önemli dönüm
noktalarından biridir. Tarih 1514'tür. Görünürdeki neden Şiilik-Sünnilik
arasındaki mezhep çatışmasına dayansa da Osmanlı-Safevi mücadelesinin temeli
ekonomiktir. Her ikisi de imparatorluğunun sınırlarını genişletip verimli
ovalara ve ticaret yollarına ulaşmak istemektedir. Osmanlı-Safevi arasındaki bu
çekişmenin savaş alanı ise Kürdistan topraklarıdır. Sınırlar orada
kesişmektedir. Bu nedenle her iki devlet de Kürt aşiretlerini kendi yanına
çekmeye çalışır, bunun için bazen baskı yapar, bazen ayrıcalıklar tanırlar.
Tabii en çok da Kürt aşiretlerin bölünmüşlüğünden Alevi, Sünni, Şafilik
ayrımından yararlanırlar. Yavuz Sultan Selim, Bitlis Emiri İdris-i Bitlisi
aracılığıyla Sünni Kürt aşiretlerini yanına çeker. Kürt aşiretler, Türkmen
Aleviler'e karşı giriştiği kırımda Yavuz Sultan Selim'in yanında yeralır. Öyle
ki Kürt Alevi aşiretler de katliamın hedefi olur; Kürt, Kürt'e katlettirilir.
Çünkü, din, "ulusal kimlik"ten daha ön plandadır.
Van Gölü'nün kuzey doğusunda bulunan Çaldıran Ovası'nda gerçekleşen
Çaldıran Savaşı'nda Osmanlı ordusunun sayıca ve teknik üstünlüğü karşısında Şah
İsmail'in ordusu yenilir. Bu savaşla fiili olarak yeni sınırlar oluşur ve
Kürdistan fiili olarak Osmanlı ve Safevi devletleri arasında ikiye bölünmüş
olur. Genelde tarihçiler Kürdistan topraklarının ilk bölünüşü olarak 17 Mayıs
1639 tarihli Kasr-ı Şirin Anlaşması'nı gösterirler. Evet, Kasr-ı Şirin
Anlaşması'yla Kürdistan tarihte ilk kez resmi bir anlaşma yoluyla
parçalanmıştır. Ancak Çaldıran Savaşı sonrasındaysa savaşın sonucu olarak ortada
bir anlaşma metni olmamasına karşın Kürdistan toprakları iki ayrı devlet
tarafından pay edilmiştir.
Osmanlı İmparatorluğu,
Safeviler karşısında bu zaferi, esas olarak Kürt aşiretlerine borçludur. Bunun
karşılığı, yine İdris-i Bitlisi'nin önderliğinde, 1514 yılında Yavuz Sultan
Selim ile 23 Kürt beyliği arasında imzalanan anlaşmadır. Bu anlaşma, bir bakıma
işgal ve istila altında Kürtler'e tanınan ilk "muhtariyet"in belgesidir.
Anlaşmanın maddeleri şöyledir:
"Şeyh İdris'in
çalışmaları sayesinde ve kuşkusuz Osmanlı Sultanı'nın çıkarlarına uygun olarak
Kürtler için şu haklar tanınmıştır;
1- Osmanlı
yönetimine bağlı olarak Kürt Emirlikleri'nin özerkliklerini korumak,
2- Kürt Emirlikleri'nde de yönetim babadan oğula
geçerek sürecek, eskiden beri yürümekte olan yönetim yürürlükte kalacak ve bu
konuda ferman padişahtan çıkacak,
3- Kürtler,
Türkler'e bütün savaşlarda yardım edecekler,
4-
Türkler de Kürtler'i bütün dış saldırılardan koruyacaklar,
5- Kürtler, devlete verilmesi gereken her türlü
vergiyi ödeyecekler.
6- Bu anlaşma Sultan Selim
ile ona boyun eğen Kürt Emirlikleri arasında yapılmıştır." (M. Emin Zeki,
Kürdistan Tarihi, Syf.83)
Bu anlaşmayla Osmanlı
coğrafik yapısı nedeniyle zor kontrol edilebilir bir bölge olan Kürdistan'ı
denetim altına almış oluyordu. Kürt aşiretleri de bu anlaşmayla Osmanlı'yı dış
güçlerin saldırılarına karşı bir kalkan olarak kullanma düşüncesiyle bu
anlaşmayı uygun görmüşlerdi.
İstilacıların ve
ilhakçıların himayesindeki aşiret yapısı
Kürt
aşiretleri, yine bu anlaşma yoluyla kendi sosyal yapılarını da
koruyabileceklerdi. Böylelikle Kürt aşiretler geleneksel üretim ve yönetim
şekillerini devam ettirdiler. Bu, Osmanlı düzeninin özellikleri gözönüne
alındığında önemli bir ayrıcalıktı.
Osmanlı'da
tüm topraklar devletin malı sayılır ve eyalet ya da sancaklardaki beyler
atamayla yönetime getirilirlerdi. Bey görevden alındığı ya da öldüğü zaman
elinde bulunan toprakları miras olarak bırakamaz, Saray yeni bir görevli atar,
toprakların geçici yeni sahibi de o olurdu. Oysaki bu anlaşma sonucunda Kürt
aşiretlerine ait topraklarda mülkiyetin, Osmanlı'nın genel idari yapısından
farklı olarak babadan oğula, erkek çocuğu yoksa en yakın akrabasına geçmesi
kabul ediliyordu. Osmanlı'nın bu bölgelere yeni bir bey ataması sözkonusu
değildi. Bu yöndeki bazı istisnai "atama" girişimleri de aşiretlerin
ayaklanmasına neden olmuş ve Osmanlı bu girişimlerinden vazgeçmiştir. Çünkü
aşiret yapısının korunması, Osmanlı'nın bölgedeki egemenliğinin asıl
dayanağıydı.
Keza, Osmanlı yönetimi, özellikle
16. ve 17. yüzyıllarda Türkmen aşiretlerini düze indirmek, yerleşik hayata
geçirmek için birçok yönteme başvurur, hatta katliamlara girişmekten bile
kaçınmazken, Kürt aşiretlerinin toprağa bağlanmasında zorlayıcı ve ısrarcı
olmamıştır. Böylelikle aşiretlerin zayıf yapısı muhafaza edilmiş, Kürt
Beylikleri'nin tek tek Osmanlı yönetimine bağlı ve muhtaç konumu sürdürülmüştür.
Osmanlı İmparatorluğu'nun Kürdistan topraklarını
ilhak eder etmez yürürlüğe koyduğu bu "aşiret yapısını koruma" politikası, bazı
ara dönemler hariç, yüzlerce yıl devam ettirilecek, hatta Cumhuriyet döneminde
de Kürt aşiretleri ve feodal yapısı korunacaktı. Ve bu politika, 1990'lara,
2000'lere kadar uzayacak, mesela koruculuk politikası, esas olarak bu aşiretler
üzerine oturtulacaktı. Bu yapının korunmasıyla, nesnel olarak uluslaşmanın
gelişmesinin önüne bir engel dikilmiş olmakta, aşiret çıkarlarının, ulusal
çıkarların üstünde tutulması ise her daim sömürücü egemen sınıfların işine
gelmekteydi.
Yeniden tarihi gelişimi izlemeye
dönersek; Osmanlı Safevi Savaşı sonucunda Kürdistan'ın ikiye bölündüğünden
sözetmiştik. Çaldıran Savaşı'ndan sonra da Osmanlı Safevi arasındaki savaşlar
sürmüştür. Bunlardan biri de Safeviler'in Diyarbakır kuşatmasıdır. Kuşatma
karşısında İdris-i Bitlisi'nin Kürt aşiretleri adına Osmanlı sarayından bir
komutan gönderilmesi talebi kabul edilir ve Yavuz Sultan Selim Safeviler'e karşı
savaşı yönetmek üzere Bıyıklı Mehmet Paşa'yı "Diyarbakır Eyaleti Beylerbeyi ve
Kürdistan Orduları Genel Komutanı" olarak atar. (Cumhuriyet'in bir döneminden
itibaren yasaklanan Kürt ve Kürdistan sözleri, tarih boyunca işte böyle hep
kullanılagelmişti oysa.) Sonuçta Safeviler püskürtülür, devamında Safevi ordusu
birçok yerde bozguna uğratılır. Bu savaşların sonucunda 1515 yılında
Kürdistan'ın neredeyse tamamı Osmanlı egemenliğine geçmiştir.
Kürdistan'ı bölen ilk resmi sınır ve
sınırların içinde...
Osmanlılar'ın ilerleyişi
karşısında Safeviler "barış" istemek zorunda kaldılar. Bunun üzerine Mayıs
1639'da Osmanlılar ile Safeviler arasında Kasr-ı Şirin Anlaşması imzalandı. Bu
anlaşma sonucunda Zağros Sıradağları Osmanlılar ile Safeviler arasında resmi
sınır olarak kabul edildi. Bu anlaşma sonucunda oluşturulan sınır küçük birkaç
değişiklikle İran-Türkiye sınırı olarak günümüze kadar gelmiştir.
Sınırların resmen çizilmesi ve Kürt aşiretlerinin
yaşadığı toprakların resmen Osmanlı toprakları kabul edilmesi, Kürtler için
önceki "özerklik" ve "özgürlüklerini" arayacakları bir baskı döneminin de
başlangıcı olmuştur. Kürt topraklarını resmen sınırlarına katan Osmanlı, bu
noktadan itibaren kendini o topraklar üzerinde daha yetkili görmüştür.
Osmanlı'nın Kürt aşiretlerine yönelik politika
değişikliğinin ilk somut yansıması, Padişah 4. Murat'ın Melik Ahmet Paşa'yı
Diyarbakır'a vali olarak ataması oldu. Melik Ahmet Paşa Diyarbakır'a atanır
atanmaz ilk iş olarak Kürt beylerinden Yusuf Han'ın yönettiği İmadeye ve Mezuri
üzerine yürüdü. Bunu diğer aşiretlere yönelik başka saldırılar izledi. Kürt
aşiretlerine tek tek yapılan bu saldırıları, diğer Kürt aşiretleri seyretmekle
yetindiler.
Osmanlı bazen çeşitli bahanelerle
Kürt Beylikleri'ne doğrudan kendisi saldırırken bazen de Kürt beylerini ve
aşiretlerini birbirlerine karşı kışkırtarak bu işi rakip bey ve aşiretlere
yaptırıyordu. Amaç Kürt aşiretlerini güçten düşürmek, aralarındaki
anlaşmazlıkları büyütmek ve merkezi devleti güçlendirmekti.
Osmanlı İmparatorluğu'nun doğu sınırlarını
oluşturan Kürdistan toprakları, Yavuz Sultan Selim'in Kürt beyleri ile yaptığı
anlaşmanın sonucu olan özerkliklerini artık kaybetmeye başlıyorlardı. Osmanlı, o
güne kadar Kürt Beylikleri'nin iç işleyişine karışmayıp sadece asker ve vergi
almakla yetinmekteydi.
Osmanlı'nın batıda
gerilediği, yeni kara ve deniz ticaret yollarının ortaya çıkmasıyla gelirlerinin
azaldığı, iç çelişkilerin hızla keskinleştiği bu dönemde, Osmanlı "toprak
kaybetmeme" kaygısıyla sıkı bir şekilde merkezileşmeye başladı. Toprak
kaybetmemek için yapılan savaşlar nedeniyle Kürt Beylikleri'nden daha fazla
asker istenmesi, yine savaşlar nedeniyle vergilerin ağırlaştırılmasıyla birlikte
Kürtler'le Osmanlı arasındaki çelişkiler de arttı.
Osmanlı, Kürt aşiretlerinden istediklerini alabilmek için eskisi gibi
mevki-makam dağıtma gibi yöntemlere başvurmakla birlikte, artık asıl silahı
zordu. Osmanlı zorbalığı Kürtler üzerinde kendisini ilk kez bu kadar açıktan ve
kesin olarak hissettirmekteydi. Osmanlı ordusu, istendiği ölçüde asker, vergi
vermeyen beyliklerin üzerine yürüyordu artık, katliamlar birbirini izledi.
Merkezileşme ve beyliklerin ayaklanmaları
19. yy'da Osmanlı'da yaşanan gelişmeler
Kürdistan'da da yansımasını buldu. Osmanlı'nın Batı'ya bağımlı hale gelmesi ve
bu bağımlılığın sonucu olarak yapılan düzenlemeler, Kürdistan'daki yapıyı da
etkileyecekti kaçınılmaz olarak. Bu dönemde emperyalistlerin müdahaleleriyle
Osmanlı devlet yapısı, ekonomik ve siyasi açıdan yeniden şekillendirilir.
19. yüzyılın başında ilan edilen Tanzimat ve
Islahat Fermanları'yla birlikte Kürtler'e adeta tepeden inme bir şekilde merkezi
yapı dayatılır. Osmanlı'nın Batı ve Orta Anadolu'da uygulamaya başladığı il,
ilçe, bucak tarzındaki idari örgütlenme biçimi, Kürdistan'da da uygulanmaya
başlandı. Kürt Beylikleri'nin tahtı her geçen gün daha fazla sallanmaktadır.
Osmanlı bu dönemde, o güne kadar Kürt aşiretlerinin mülkü kabul edilen topraktan
vergi alabilmek ve asker ihtiyacını karşılayabilmek için beyliklerin tasfiye
edilmesinde veya en azından ekonomik ve siyasi olarak zayıflatılmasında yarar
görüyordu. 1858'de çıkarılan toprak yasasıyla beyliklerin toprakları ellerinden
alınmaya çalışılır. Diğer yandan aşiretler bu yasayla yerleşikliğe de
zorlanırlar.
Kürtler, hem merkezi yapının
dayatılmasına, hem de Islahat Fermanı'yla birlikte gayrı-müslüm tebaya tanınan
geniş haklara karşı çıkarlar. Kürdistan'da bir nevi denetimleri altında bulunan
Ermeniler'in, Asurlular'ın kendilerine eşit hatta bazı azınlıkların ekonomik
güçlerinin siyasi güce dönüşüp kendilerinden üstün konuma gelmelerini
istemezler.
Ancak beyliklerin tasfiyesi,
isyanlarla uygulanamaz hale gelir.
1800'lerin ilk
yirmi-otuz yılı boyunca peşpeşe Timur Paşa Ayaklanması, Abdurrahman Paşa
Ayaklanması, Soran Emiri Mir Muhammed Ayaklanması, Bilbaşlar Ayaklanması,
Bedirhanlı İsmail Paşa Ayaklanması, Bedirhan Bey Ayaklanması gibi sayısız
ayaklanma gerçekleştirilir.
Bu ayaklanmalarda ilk
başta bazı kentler ele geçirilse de ayaklanmaların tümü ezilir. Çünkü hemen
hepsi, tek bir aşirete, beyliğe dayanan ayaklanmalardır. Sorunları aynı olmasına
karşın, Osmanlı'nın manevraları, örneğin askerin vergi isteğini hepsinden aynı
anda yapmaması, bazılarına daha yüksek makamlar verip etkisizleştirmesi gibi
yöntemleri, aşiretlerin biraraya gelmesini önlemeye yeter. Sonuçta Osmanlı için
birkaç aşireti askeri olarak altetmek zor olmaz.
Bedirhan Bey Ayaklanması bunların en önemlilerinden biridir. Kısmen de
olsa Kürt Beylikleri'nin birliğinin sağlandığı bir ayaklanma olması yanıyla da
diğerlerinden ayrılır. Ve bu ayaklanmada, Kürtler İdris Bitlisi'den sonraki en
büyük ihanetlerden birini yaşarlar. Bedirhan Bey'in yeğeni Yezdan İzzettin Şer
Osmanlı saflarına geçerek ayaklanmayı sırtından vurdu. Ayaklanma bastırıldıktan
sonra ihanet eden Yezdan İzzettin Şer ise Hakkari'ye Osmanlı Valisi olarak
atandı. İhanetinin ödülü Osmanlı Valiliği oldu.
Kürtler artık 'mütemadiyen nezaret altında tutulması gereken" bir
halktır!
Osmanlı yönetimi 1830'ların başında
Kürdistan'a daha köklü bir müdahalede bulunur. 1833 yılında Sivas Valisi Reşit
Paşa Kürdistan'ın merkezileştirilmesine memur edilir. Reşit Paşa ilk iş olarak
birçok aşireti sürgüne gönderir, kendi topraklarından uzakta iskana zorlar.
Direnenler katledilir. Ama Osmanlı'ya karşı direnişi kırmak için sadece şiddet
kullanmaz. Yeri geldiğinde aşiret beylerini parayla satın alır, yeri
geldiğindeyse halifeye karşı gelmenin kafirlik olduğu propagandasını kullanır.
Reşit Paşa'nın koleradan ölmesi üzerine aynı göreve atanan Hafız Paşa da bu
politikayı ve dolayısıyla katliamları sürdürür. Bu katliamlar sonucunda
merkezileştirme büyük oranda sağlanır. Daha önce asker alınamayan yerlerden
asker alımına başlanır.
1847'de Bedirhan Bey
Ayaklanması'nın yenilgiyle sonuçlanmasıyla Kürdistan Eyaleti kurulur. Eyalet
Muş, Hakkari sancaklarıyla Cizre, Bothan ve Mardin'i içine alıyordu. Oluşturulan
"Kürdistan Eyaleti"nin askeri merkezinin neresi olacağına dair padişaha sunulan
Sadrazamlık Tezkeresi'nde Osmanlı yönetiminin Kürtler'e nasıl baktığı eksiksiz
biçimde tarif edilmektedir. Tezkerede şöyle denilmektedir:
"... sırf padişahımız efendimizin eseri olarak
eşkıya elinden kurtarılan ve belki de bu suretle yeniden fethedilen Kürdistan
Bölgesi'nin geleceğine dair... Hususiyle Kürdistan'ın kalbinde bulunduğundan ve
bu suretle Anadolu ordusunun yumruğu, mütemadiyen nezaret altında tutulması
icabeden Kürtler'in tepesinde bulunacağından dolayı, Ahlat'ın bundan böyle
Anadolu ordusuna merkez ittihaz edilmesi..." (Belgelerle Türk Tarihi Dergisi,
Sayı 16)
Kürdistan, Osmanlı tarafından yeniden
fethedilmiştir. Kürt beylerinin Yavuz Sultan Selim'le yaptığı anlaşma yırtılıp
atılmış ve "yeniden fethedilen" Kürt topraklarında Kürtler'e yeni statüler
dayatılmıştır.
İskan politikası da bu süreçle
birlikte yeniden şekillendirildi. Bu dönem aynı zamanda Osmanlı
İmparatorluğu'nun çeşitli bölgelerinde "uluslaşma" hareketlerinin görüldüğü
dönemdir. Yeni iskan politikası, aynı zamanda Kürtler'in de böyle bir süreci
yaşamasına engel olmaya yönelikti.
Aşiretler
bulundukları sancakların en yetkili mülki amiri tarafından Osmanlı'ya göre uygun
yerlere yerleştirilmeye zorlandı. Bursa, Konya, Aydın gibi iller aşiretlerin
iskana zorlandığı yerler arasındadır. Buna karşı çıkan, gösterilen yere
yerleşmeyen aşiretlere karşı "zor kullanacağı" açıkça belirtildi ve kısmen
direnmeye çalışan aşiretlere de zor kullanıldı. "İskanı kabul etmeyen Kara
Fakılı Aşireti'ne şiddet uygulanır. Bu haber diğer aşiretleri etkiler. Birçok
aşiret iskanı kabul eder. Böylelikle birçok yeni köy ve kasabalar ortaya çıkmaya
başlar..." (M. Kalman, Osmanlı-Kürt İlişkileri ve Sömürgecilik, Syf.80)
Anadolu'nun içlerinde kendi topraklarından
uzaklara sürgün edilmenin dışında, sürgün edilmeyen aşiretler için de yeni
uygulamalar başlatıldı. Mesela, eyalet valilerinin emriyle aşiret üyelerinin
başka bir eyalete geçmeleri yasaklandı. Bunun için özel izin almak şartı
getirildi. Keza 1842'de çıkarılan bir yasayla da aşiretlerin başka eyaletlerdeki
yayla ya da kışlaklarına gitmeleri yasaklandı.
Artık "yasak"lar yüzyıllar boyunca Kürt halkının yaşamının ayrılmaz bir
parçası olacaktı. Çünkü artık Kürtler, padişaha yazılan Sadrazam Tezkeresi'nin
açıkça ifade ettiği gibi, her sömürücü devlet tarafından "tehdit", "tehlike"
olarak görülecekti. Yurtsuz bırakılmış bir halk, elbette işgalci, ilhakçı
iktidarlar için başka türlü görülemezdi; onlar her an yurtlarını geri
isteyebilirlerdi çünkü.
İşbirlikçiliğin ve
asimilasyonun kurumlaşması: Hamidiye Alayları
19. yüzyıl, Osmanlı açısından olduğu gibi, Kürdistan açısından da yeniden
şekillenme dönemidir.
Bu dönemin Kürtler
açısından en karakteristik özelliklerinden biri, Avrupa kapitalizminin
Osmanlı'ya ve dolayısıyla Kürdistan'a müdahaleleri ve bunun karşısında aşiret
çıkarlarını koruma temelinde gelişen Kürt ayaklanmalarıdır. Ancak bu
ayaklanmalar, yukarıda da kısaca değindiğimiz gibi, Kürt toplumunun tüm
zayıflıklarını da açığa çıkaran ayaklanmalardır. Kürt önderleri, aydınları, bu
zayıflıklardan ders çıkaramadıkları için, egemen sınıflar, sonraki dönemlerde de
bu zayıflıklar üzerine politika yapmaya devam etmişlerdir.
"Osmanlı'da oyun çok" deriz sık sık. Nedir bu
oyunlar? Osmanlı'nın Kürt'ü Kürt'e kırdırması, ayaklanan Kürt feodal
önderlikleri bin bir türlü hile ve zorla kendi yanına çekip, onların on binlerce
insanın katledildiği ayaklanmalara sırt çevirmesini sağlaması, bu oyunlardandır.
Hamidiye Alayları da işte bu oyunlardan biridir.
Osmanlı padişahlarından II. Abdülhamid 31 Ağustos 1876'da tahta çıktı.
19. yüzyıldaki belli başlı Kürt ayaklanmalarının sonuncusu olan Şeyh Ubeydullah
Ayaklanması kısa süre önce kanla bastırılmıştı.
Meşrutiyeti ilan edeceği sözünü vererek tahta oturan 2. Abdülhamit,
1876'da Anayasa'yı ilan edip Meclis-i Mebusan'ın toplanmasına izin vermesine
rağmen, 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı'nı bahane ederek meşrutiyeti kaldırdı ve
baskıcı bir dönem başlattı. Daha sonra "İstibdat Dönemi" olarak adlandırılacak
olan bu dönemde Balkanlar'daki ulusal kurtuluş savaşlarına karşı katliamcı bir
politika izleyen Abdülhamid'in Kürdistan'a ve Kürt halkına karşı politikası da
bu doğrultuda olmuştur.
Kendi adıyla anılan
Hamidiye Alayları'nı da işte bu anlayışla kurdu. Kürt ulusal uyanışına karşı,
Kürt işbirlikçilerden oluşan bir ordudan daha büyük güvence mi olurdu?..
Hamidiye Alayları, sadece bir askeri güç oluşturmak amacıyla kurulmamıştı. Hatta
bu amaç, taliydi. Asıl amaç, Kürtler'i düzene tabi kılmaktı.
Hamidiye Alayları'nın fikir babası Şakir Ahmet
Paşa'dır. "Şakir Paşa, bu fikirle en çok Kürtler'i mülkiye idaresine alıştırmak
ve bu suretle Kürtler'i yavaş yavaş Türkiye hakimiyetine sokmak istiyordu..."
(Avyarov, Osmanlı-Rus ve İran Savaşlarında Kürtler 1801-1900, Syf.130-131)
Hamidiye Alayları'nın kuruluş amacını tam anlamak
için, bizzat Abdülhamid'in hatıralarına bakmak yeterlidir:
"... Rumeli'nde ve bilhassa Anadolu'da Türk
unsurunu kuvvetlendirmek ve her şeyden evvel de içimizdeki Kürtler'i yoğurup
kendimize mal etmek şarttır. Türk tahtına çıkmış olan seleflerimin en büyük
kusuru Slav unsurunu, Osmanlılaştırmış olmamalarıdır...
Rusya ile harp vukuunda, disiplinli bir şekilde yetiştirilen bu Kürt
alayları, bize çok büyük hizmetlerde bulunabilirler. Ayrıca orduda öğrenecekleri
'itaat' fikri, kendileri için de faydalı olacaktır. Zabit unvanı verdiğimiz Kürt
ağaları ise yeni mevkileriyle övünecekler ve bir miktar zapt-ı rapt altına
girmeye gayret edeceklerdir." (Sultan Abdülhamid, Siyasi Hatıratım,
Syf.74-75-76)
Görüleceği gibi, Kürt tarihine kara
bir leke olarak yazılan Hamidiye Alayları, ilhak ve asimilasyonun dört başı
mamur bir ifadesidir.2005.08.21
KAYNAK:YÜRÜYÜŞ
DERGİSİ
Asimilasyon[Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]Zulmün Osmanlı'ya Uzanan Kökleri
Anlatacağımız acılı bir tarihtir. Tarihi boyunca devletleşemeyen,
devletleştirilmeyen, istilalar altında yaşamış, kendi iç parçalanmışlıklarının
bedelini ağır ödemiş, zulme direnebilmek için dağlara çekilmek zorunda kalmış,
dili yasaklanmış, adı yasaklanmış, kendisi yoksayılmış bir halkın tarihidir.
"Yurtsuz halk Kürtler" diye nitelendirmişti
bir yazar Kürtler'i. Bir yurtları vardı onların da, halen de var. Tarih indinde
yaşadıkları o yurdun üzerinde "Kürdistan" yazıyor. Seyahatname'ler, resmi
belgeler bir döneme kadar sözediyor onlardan. Ama sonra bir ülke, bir halk
siliniyor belgelerden. Dünya "idari" haritalarında "Kürdistan" yazılı bir yer
gözükmüyor bugün. Yazı dizimiz, işte bu yok sayışın tarihi bir özeti olacak.
Egemen sınıfların Kürt halkının kaderiyle nasıl oynadığı, Kürt aşiret
liderlerinin, feodal, milliyetçi önderliklerin nasıl bu oyunlara ortak olduğu
var bu tarihte. Ve kan değmedik yeri kalmamış dağlar, ovalar var.
Bu yazı dizimizde esas olarak Cumhuriyet tarihi
boyunca izlenen Kürt politikalarını ele alacağız, ancak giriş olarak Kürtler'in
Osmanlı İmparatorluğu döneminden de sözetmek zorunludur. Çünkü, Kürt
politikalarının özeti olan ilhak, imha ve asimilasyonun ilk uygulamaları bu
döneme uzanmaktadır. Ve çünkü, sömürücü egemen sınıfların mantığı, imparatorluk
da olsalar, cumhuriyet de olsalar, aynı şekilde işliyor.
1.Bölüm:
Zulmün Osmanlı'ya Uzanan Kökleri
Milattan önce 7. yüzyılda kurulan Med Devleti, Kürtler'in tarihteki ilk
devleti sayılır. O gün bugündür Kürtler bir daha devlet kuramadılar. Sonraki
yüzyıllarda çeşitli beylikler kurmalarına rağmen, bir devletleri olmadı. Med
Devleti yıkıldıktan sonra, Kürdistan'ın büyük bölümü Makedon Kralı İskender'in
orduları tarafından işgal edildi. İşte Kürtler'in bundan sonraki tarihi hep
işgal altında geçecektir. Kürt aşiretlerinin tarihteki izleri, ancak şu veya bu
imparatorluğun tarihi içinde sürülebilecektir. Persler, Sasaniler, Emeviler,
Abbasiler, Bizans, Moğollar, Karakoyunlular diye uzayıp gidiyor istilacıların
listesi.
Bu istilalardan Arap istilası,
Kürtler'in tarihteki adı üzerinde de belirleyici bir etki yaptı. Arap istilasına
kadar Kürdistan'a "Kordu" ve Kürt halkına da "Kordular" denilmekteydi. Arap
istilasından sonra Kordu bölgesi halkına Kürt veya Kurd; çoğul olarak da E'krad
(Kürtler) denilmeye başlandı.
İlk parçalanma,
ilk "muhtariyet"
Osmanlı ve Safevi
İmparatorlukları arasındaki Çaldıran Savaşı Kürt tarihinde önemli dönüm
noktalarından biridir. Tarih 1514'tür. Görünürdeki neden Şiilik-Sünnilik
arasındaki mezhep çatışmasına dayansa da Osmanlı-Safevi mücadelesinin temeli
ekonomiktir. Her ikisi de imparatorluğunun sınırlarını genişletip verimli
ovalara ve ticaret yollarına ulaşmak istemektedir. Osmanlı-Safevi arasındaki bu
çekişmenin savaş alanı ise Kürdistan topraklarıdır. Sınırlar orada
kesişmektedir. Bu nedenle her iki devlet de Kürt aşiretlerini kendi yanına
çekmeye çalışır, bunun için bazen baskı yapar, bazen ayrıcalıklar tanırlar.
Tabii en çok da Kürt aşiretlerin bölünmüşlüğünden Alevi, Sünni, Şafilik
ayrımından yararlanırlar. Yavuz Sultan Selim, Bitlis Emiri İdris-i Bitlisi
aracılığıyla Sünni Kürt aşiretlerini yanına çeker. Kürt aşiretler, Türkmen
Aleviler'e karşı giriştiği kırımda Yavuz Sultan Selim'in yanında yeralır. Öyle
ki Kürt Alevi aşiretler de katliamın hedefi olur; Kürt, Kürt'e katlettirilir.
Çünkü, din, "ulusal kimlik"ten daha ön plandadır.
Van Gölü'nün kuzey doğusunda bulunan Çaldıran Ovası'nda gerçekleşen
Çaldıran Savaşı'nda Osmanlı ordusunun sayıca ve teknik üstünlüğü karşısında Şah
İsmail'in ordusu yenilir. Bu savaşla fiili olarak yeni sınırlar oluşur ve
Kürdistan fiili olarak Osmanlı ve Safevi devletleri arasında ikiye bölünmüş
olur. Genelde tarihçiler Kürdistan topraklarının ilk bölünüşü olarak 17 Mayıs
1639 tarihli Kasr-ı Şirin Anlaşması'nı gösterirler. Evet, Kasr-ı Şirin
Anlaşması'yla Kürdistan tarihte ilk kez resmi bir anlaşma yoluyla
parçalanmıştır. Ancak Çaldıran Savaşı sonrasındaysa savaşın sonucu olarak ortada
bir anlaşma metni olmamasına karşın Kürdistan toprakları iki ayrı devlet
tarafından pay edilmiştir.
Osmanlı İmparatorluğu,
Safeviler karşısında bu zaferi, esas olarak Kürt aşiretlerine borçludur. Bunun
karşılığı, yine İdris-i Bitlisi'nin önderliğinde, 1514 yılında Yavuz Sultan
Selim ile 23 Kürt beyliği arasında imzalanan anlaşmadır. Bu anlaşma, bir bakıma
işgal ve istila altında Kürtler'e tanınan ilk "muhtariyet"in belgesidir.
Anlaşmanın maddeleri şöyledir:
"Şeyh İdris'in
çalışmaları sayesinde ve kuşkusuz Osmanlı Sultanı'nın çıkarlarına uygun olarak
Kürtler için şu haklar tanınmıştır;
1- Osmanlı
yönetimine bağlı olarak Kürt Emirlikleri'nin özerkliklerini korumak,
2- Kürt Emirlikleri'nde de yönetim babadan oğula
geçerek sürecek, eskiden beri yürümekte olan yönetim yürürlükte kalacak ve bu
konuda ferman padişahtan çıkacak,
3- Kürtler,
Türkler'e bütün savaşlarda yardım edecekler,
4-
Türkler de Kürtler'i bütün dış saldırılardan koruyacaklar,
5- Kürtler, devlete verilmesi gereken her türlü
vergiyi ödeyecekler.
6- Bu anlaşma Sultan Selim
ile ona boyun eğen Kürt Emirlikleri arasında yapılmıştır." (M. Emin Zeki,
Kürdistan Tarihi, Syf.83)
Bu anlaşmayla Osmanlı
coğrafik yapısı nedeniyle zor kontrol edilebilir bir bölge olan Kürdistan'ı
denetim altına almış oluyordu. Kürt aşiretleri de bu anlaşmayla Osmanlı'yı dış
güçlerin saldırılarına karşı bir kalkan olarak kullanma düşüncesiyle bu
anlaşmayı uygun görmüşlerdi.
İstilacıların ve
ilhakçıların himayesindeki aşiret yapısı
Kürt
aşiretleri, yine bu anlaşma yoluyla kendi sosyal yapılarını da
koruyabileceklerdi. Böylelikle Kürt aşiretler geleneksel üretim ve yönetim
şekillerini devam ettirdiler. Bu, Osmanlı düzeninin özellikleri gözönüne
alındığında önemli bir ayrıcalıktı.
Osmanlı'da
tüm topraklar devletin malı sayılır ve eyalet ya da sancaklardaki beyler
atamayla yönetime getirilirlerdi. Bey görevden alındığı ya da öldüğü zaman
elinde bulunan toprakları miras olarak bırakamaz, Saray yeni bir görevli atar,
toprakların geçici yeni sahibi de o olurdu. Oysaki bu anlaşma sonucunda Kürt
aşiretlerine ait topraklarda mülkiyetin, Osmanlı'nın genel idari yapısından
farklı olarak babadan oğula, erkek çocuğu yoksa en yakın akrabasına geçmesi
kabul ediliyordu. Osmanlı'nın bu bölgelere yeni bir bey ataması sözkonusu
değildi. Bu yöndeki bazı istisnai "atama" girişimleri de aşiretlerin
ayaklanmasına neden olmuş ve Osmanlı bu girişimlerinden vazgeçmiştir. Çünkü
aşiret yapısının korunması, Osmanlı'nın bölgedeki egemenliğinin asıl
dayanağıydı.
Keza, Osmanlı yönetimi, özellikle
16. ve 17. yüzyıllarda Türkmen aşiretlerini düze indirmek, yerleşik hayata
geçirmek için birçok yönteme başvurur, hatta katliamlara girişmekten bile
kaçınmazken, Kürt aşiretlerinin toprağa bağlanmasında zorlayıcı ve ısrarcı
olmamıştır. Böylelikle aşiretlerin zayıf yapısı muhafaza edilmiş, Kürt
Beylikleri'nin tek tek Osmanlı yönetimine bağlı ve muhtaç konumu sürdürülmüştür.
Osmanlı İmparatorluğu'nun Kürdistan topraklarını
ilhak eder etmez yürürlüğe koyduğu bu "aşiret yapısını koruma" politikası, bazı
ara dönemler hariç, yüzlerce yıl devam ettirilecek, hatta Cumhuriyet döneminde
de Kürt aşiretleri ve feodal yapısı korunacaktı. Ve bu politika, 1990'lara,
2000'lere kadar uzayacak, mesela koruculuk politikası, esas olarak bu aşiretler
üzerine oturtulacaktı. Bu yapının korunmasıyla, nesnel olarak uluslaşmanın
gelişmesinin önüne bir engel dikilmiş olmakta, aşiret çıkarlarının, ulusal
çıkarların üstünde tutulması ise her daim sömürücü egemen sınıfların işine
gelmekteydi.
Yeniden tarihi gelişimi izlemeye
dönersek; Osmanlı Safevi Savaşı sonucunda Kürdistan'ın ikiye bölündüğünden
sözetmiştik. Çaldıran Savaşı'ndan sonra da Osmanlı Safevi arasındaki savaşlar
sürmüştür. Bunlardan biri de Safeviler'in Diyarbakır kuşatmasıdır. Kuşatma
karşısında İdris-i Bitlisi'nin Kürt aşiretleri adına Osmanlı sarayından bir
komutan gönderilmesi talebi kabul edilir ve Yavuz Sultan Selim Safeviler'e karşı
savaşı yönetmek üzere Bıyıklı Mehmet Paşa'yı "Diyarbakır Eyaleti Beylerbeyi ve
Kürdistan Orduları Genel Komutanı" olarak atar. (Cumhuriyet'in bir döneminden
itibaren yasaklanan Kürt ve Kürdistan sözleri, tarih boyunca işte böyle hep
kullanılagelmişti oysa.) Sonuçta Safeviler püskürtülür, devamında Safevi ordusu
birçok yerde bozguna uğratılır. Bu savaşların sonucunda 1515 yılında
Kürdistan'ın neredeyse tamamı Osmanlı egemenliğine geçmiştir.
Kürdistan'ı bölen ilk resmi sınır ve
sınırların içinde...
Osmanlılar'ın ilerleyişi
karşısında Safeviler "barış" istemek zorunda kaldılar. Bunun üzerine Mayıs
1639'da Osmanlılar ile Safeviler arasında Kasr-ı Şirin Anlaşması imzalandı. Bu
anlaşma sonucunda Zağros Sıradağları Osmanlılar ile Safeviler arasında resmi
sınır olarak kabul edildi. Bu anlaşma sonucunda oluşturulan sınır küçük birkaç
değişiklikle İran-Türkiye sınırı olarak günümüze kadar gelmiştir.
Sınırların resmen çizilmesi ve Kürt aşiretlerinin
yaşadığı toprakların resmen Osmanlı toprakları kabul edilmesi, Kürtler için
önceki "özerklik" ve "özgürlüklerini" arayacakları bir baskı döneminin de
başlangıcı olmuştur. Kürt topraklarını resmen sınırlarına katan Osmanlı, bu
noktadan itibaren kendini o topraklar üzerinde daha yetkili görmüştür.
Osmanlı'nın Kürt aşiretlerine yönelik politika
değişikliğinin ilk somut yansıması, Padişah 4. Murat'ın Melik Ahmet Paşa'yı
Diyarbakır'a vali olarak ataması oldu. Melik Ahmet Paşa Diyarbakır'a atanır
atanmaz ilk iş olarak Kürt beylerinden Yusuf Han'ın yönettiği İmadeye ve Mezuri
üzerine yürüdü. Bunu diğer aşiretlere yönelik başka saldırılar izledi. Kürt
aşiretlerine tek tek yapılan bu saldırıları, diğer Kürt aşiretleri seyretmekle
yetindiler.
Osmanlı bazen çeşitli bahanelerle
Kürt Beylikleri'ne doğrudan kendisi saldırırken bazen de Kürt beylerini ve
aşiretlerini birbirlerine karşı kışkırtarak bu işi rakip bey ve aşiretlere
yaptırıyordu. Amaç Kürt aşiretlerini güçten düşürmek, aralarındaki
anlaşmazlıkları büyütmek ve merkezi devleti güçlendirmekti.
Osmanlı İmparatorluğu'nun doğu sınırlarını
oluşturan Kürdistan toprakları, Yavuz Sultan Selim'in Kürt beyleri ile yaptığı
anlaşmanın sonucu olan özerkliklerini artık kaybetmeye başlıyorlardı. Osmanlı, o
güne kadar Kürt Beylikleri'nin iç işleyişine karışmayıp sadece asker ve vergi
almakla yetinmekteydi.
Osmanlı'nın batıda
gerilediği, yeni kara ve deniz ticaret yollarının ortaya çıkmasıyla gelirlerinin
azaldığı, iç çelişkilerin hızla keskinleştiği bu dönemde, Osmanlı "toprak
kaybetmeme" kaygısıyla sıkı bir şekilde merkezileşmeye başladı. Toprak
kaybetmemek için yapılan savaşlar nedeniyle Kürt Beylikleri'nden daha fazla
asker istenmesi, yine savaşlar nedeniyle vergilerin ağırlaştırılmasıyla birlikte
Kürtler'le Osmanlı arasındaki çelişkiler de arttı.
Osmanlı, Kürt aşiretlerinden istediklerini alabilmek için eskisi gibi
mevki-makam dağıtma gibi yöntemlere başvurmakla birlikte, artık asıl silahı
zordu. Osmanlı zorbalığı Kürtler üzerinde kendisini ilk kez bu kadar açıktan ve
kesin olarak hissettirmekteydi. Osmanlı ordusu, istendiği ölçüde asker, vergi
vermeyen beyliklerin üzerine yürüyordu artık, katliamlar birbirini izledi.
Merkezileşme ve beyliklerin ayaklanmaları
19. yy'da Osmanlı'da yaşanan gelişmeler
Kürdistan'da da yansımasını buldu. Osmanlı'nın Batı'ya bağımlı hale gelmesi ve
bu bağımlılığın sonucu olarak yapılan düzenlemeler, Kürdistan'daki yapıyı da
etkileyecekti kaçınılmaz olarak. Bu dönemde emperyalistlerin müdahaleleriyle
Osmanlı devlet yapısı, ekonomik ve siyasi açıdan yeniden şekillendirilir.
19. yüzyılın başında ilan edilen Tanzimat ve
Islahat Fermanları'yla birlikte Kürtler'e adeta tepeden inme bir şekilde merkezi
yapı dayatılır. Osmanlı'nın Batı ve Orta Anadolu'da uygulamaya başladığı il,
ilçe, bucak tarzındaki idari örgütlenme biçimi, Kürdistan'da da uygulanmaya
başlandı. Kürt Beylikleri'nin tahtı her geçen gün daha fazla sallanmaktadır.
Osmanlı bu dönemde, o güne kadar Kürt aşiretlerinin mülkü kabul edilen topraktan
vergi alabilmek ve asker ihtiyacını karşılayabilmek için beyliklerin tasfiye
edilmesinde veya en azından ekonomik ve siyasi olarak zayıflatılmasında yarar
görüyordu. 1858'de çıkarılan toprak yasasıyla beyliklerin toprakları ellerinden
alınmaya çalışılır. Diğer yandan aşiretler bu yasayla yerleşikliğe de
zorlanırlar.
Kürtler, hem merkezi yapının
dayatılmasına, hem de Islahat Fermanı'yla birlikte gayrı-müslüm tebaya tanınan
geniş haklara karşı çıkarlar. Kürdistan'da bir nevi denetimleri altında bulunan
Ermeniler'in, Asurlular'ın kendilerine eşit hatta bazı azınlıkların ekonomik
güçlerinin siyasi güce dönüşüp kendilerinden üstün konuma gelmelerini
istemezler.
Ancak beyliklerin tasfiyesi,
isyanlarla uygulanamaz hale gelir.
1800'lerin ilk
yirmi-otuz yılı boyunca peşpeşe Timur Paşa Ayaklanması, Abdurrahman Paşa
Ayaklanması, Soran Emiri Mir Muhammed Ayaklanması, Bilbaşlar Ayaklanması,
Bedirhanlı İsmail Paşa Ayaklanması, Bedirhan Bey Ayaklanması gibi sayısız
ayaklanma gerçekleştirilir.
Bu ayaklanmalarda ilk
başta bazı kentler ele geçirilse de ayaklanmaların tümü ezilir. Çünkü hemen
hepsi, tek bir aşirete, beyliğe dayanan ayaklanmalardır. Sorunları aynı olmasına
karşın, Osmanlı'nın manevraları, örneğin askerin vergi isteğini hepsinden aynı
anda yapmaması, bazılarına daha yüksek makamlar verip etkisizleştirmesi gibi
yöntemleri, aşiretlerin biraraya gelmesini önlemeye yeter. Sonuçta Osmanlı için
birkaç aşireti askeri olarak altetmek zor olmaz.
Bedirhan Bey Ayaklanması bunların en önemlilerinden biridir. Kısmen de
olsa Kürt Beylikleri'nin birliğinin sağlandığı bir ayaklanma olması yanıyla da
diğerlerinden ayrılır. Ve bu ayaklanmada, Kürtler İdris Bitlisi'den sonraki en
büyük ihanetlerden birini yaşarlar. Bedirhan Bey'in yeğeni Yezdan İzzettin Şer
Osmanlı saflarına geçerek ayaklanmayı sırtından vurdu. Ayaklanma bastırıldıktan
sonra ihanet eden Yezdan İzzettin Şer ise Hakkari'ye Osmanlı Valisi olarak
atandı. İhanetinin ödülü Osmanlı Valiliği oldu.
Kürtler artık 'mütemadiyen nezaret altında tutulması gereken" bir
halktır!
Osmanlı yönetimi 1830'ların başında
Kürdistan'a daha köklü bir müdahalede bulunur. 1833 yılında Sivas Valisi Reşit
Paşa Kürdistan'ın merkezileştirilmesine memur edilir. Reşit Paşa ilk iş olarak
birçok aşireti sürgüne gönderir, kendi topraklarından uzakta iskana zorlar.
Direnenler katledilir. Ama Osmanlı'ya karşı direnişi kırmak için sadece şiddet
kullanmaz. Yeri geldiğinde aşiret beylerini parayla satın alır, yeri
geldiğindeyse halifeye karşı gelmenin kafirlik olduğu propagandasını kullanır.
Reşit Paşa'nın koleradan ölmesi üzerine aynı göreve atanan Hafız Paşa da bu
politikayı ve dolayısıyla katliamları sürdürür. Bu katliamlar sonucunda
merkezileştirme büyük oranda sağlanır. Daha önce asker alınamayan yerlerden
asker alımına başlanır.
1847'de Bedirhan Bey
Ayaklanması'nın yenilgiyle sonuçlanmasıyla Kürdistan Eyaleti kurulur. Eyalet
Muş, Hakkari sancaklarıyla Cizre, Bothan ve Mardin'i içine alıyordu. Oluşturulan
"Kürdistan Eyaleti"nin askeri merkezinin neresi olacağına dair padişaha sunulan
Sadrazamlık Tezkeresi'nde Osmanlı yönetiminin Kürtler'e nasıl baktığı eksiksiz
biçimde tarif edilmektedir. Tezkerede şöyle denilmektedir:
"... sırf padişahımız efendimizin eseri olarak
eşkıya elinden kurtarılan ve belki de bu suretle yeniden fethedilen Kürdistan
Bölgesi'nin geleceğine dair... Hususiyle Kürdistan'ın kalbinde bulunduğundan ve
bu suretle Anadolu ordusunun yumruğu, mütemadiyen nezaret altında tutulması
icabeden Kürtler'in tepesinde bulunacağından dolayı, Ahlat'ın bundan böyle
Anadolu ordusuna merkez ittihaz edilmesi..." (Belgelerle Türk Tarihi Dergisi,
Sayı 16)
Kürdistan, Osmanlı tarafından yeniden
fethedilmiştir. Kürt beylerinin Yavuz Sultan Selim'le yaptığı anlaşma yırtılıp
atılmış ve "yeniden fethedilen" Kürt topraklarında Kürtler'e yeni statüler
dayatılmıştır.
İskan politikası da bu süreçle
birlikte yeniden şekillendirildi. Bu dönem aynı zamanda Osmanlı
İmparatorluğu'nun çeşitli bölgelerinde "uluslaşma" hareketlerinin görüldüğü
dönemdir. Yeni iskan politikası, aynı zamanda Kürtler'in de böyle bir süreci
yaşamasına engel olmaya yönelikti.
Aşiretler
bulundukları sancakların en yetkili mülki amiri tarafından Osmanlı'ya göre uygun
yerlere yerleştirilmeye zorlandı. Bursa, Konya, Aydın gibi iller aşiretlerin
iskana zorlandığı yerler arasındadır. Buna karşı çıkan, gösterilen yere
yerleşmeyen aşiretlere karşı "zor kullanacağı" açıkça belirtildi ve kısmen
direnmeye çalışan aşiretlere de zor kullanıldı. "İskanı kabul etmeyen Kara
Fakılı Aşireti'ne şiddet uygulanır. Bu haber diğer aşiretleri etkiler. Birçok
aşiret iskanı kabul eder. Böylelikle birçok yeni köy ve kasabalar ortaya çıkmaya
başlar..." (M. Kalman, Osmanlı-Kürt İlişkileri ve Sömürgecilik, Syf.80)
Anadolu'nun içlerinde kendi topraklarından
uzaklara sürgün edilmenin dışında, sürgün edilmeyen aşiretler için de yeni
uygulamalar başlatıldı. Mesela, eyalet valilerinin emriyle aşiret üyelerinin
başka bir eyalete geçmeleri yasaklandı. Bunun için özel izin almak şartı
getirildi. Keza 1842'de çıkarılan bir yasayla da aşiretlerin başka eyaletlerdeki
yayla ya da kışlaklarına gitmeleri yasaklandı.
Artık "yasak"lar yüzyıllar boyunca Kürt halkının yaşamının ayrılmaz bir
parçası olacaktı. Çünkü artık Kürtler, padişaha yazılan Sadrazam Tezkeresi'nin
açıkça ifade ettiği gibi, her sömürücü devlet tarafından "tehdit", "tehlike"
olarak görülecekti. Yurtsuz bırakılmış bir halk, elbette işgalci, ilhakçı
iktidarlar için başka türlü görülemezdi; onlar her an yurtlarını geri
isteyebilirlerdi çünkü.
İşbirlikçiliğin ve
asimilasyonun kurumlaşması: Hamidiye Alayları
19. yüzyıl, Osmanlı açısından olduğu gibi, Kürdistan açısından da yeniden
şekillenme dönemidir.
Bu dönemin Kürtler
açısından en karakteristik özelliklerinden biri, Avrupa kapitalizminin
Osmanlı'ya ve dolayısıyla Kürdistan'a müdahaleleri ve bunun karşısında aşiret
çıkarlarını koruma temelinde gelişen Kürt ayaklanmalarıdır. Ancak bu
ayaklanmalar, yukarıda da kısaca değindiğimiz gibi, Kürt toplumunun tüm
zayıflıklarını da açığa çıkaran ayaklanmalardır. Kürt önderleri, aydınları, bu
zayıflıklardan ders çıkaramadıkları için, egemen sınıflar, sonraki dönemlerde de
bu zayıflıklar üzerine politika yapmaya devam etmişlerdir.
"Osmanlı'da oyun çok" deriz sık sık. Nedir bu
oyunlar? Osmanlı'nın Kürt'ü Kürt'e kırdırması, ayaklanan Kürt feodal
önderlikleri bin bir türlü hile ve zorla kendi yanına çekip, onların on binlerce
insanın katledildiği ayaklanmalara sırt çevirmesini sağlaması, bu oyunlardandır.
Hamidiye Alayları da işte bu oyunlardan biridir.
Osmanlı padişahlarından II. Abdülhamid 31 Ağustos 1876'da tahta çıktı.
19. yüzyıldaki belli başlı Kürt ayaklanmalarının sonuncusu olan Şeyh Ubeydullah
Ayaklanması kısa süre önce kanla bastırılmıştı.
Meşrutiyeti ilan edeceği sözünü vererek tahta oturan 2. Abdülhamit,
1876'da Anayasa'yı ilan edip Meclis-i Mebusan'ın toplanmasına izin vermesine
rağmen, 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı'nı bahane ederek meşrutiyeti kaldırdı ve
baskıcı bir dönem başlattı. Daha sonra "İstibdat Dönemi" olarak adlandırılacak
olan bu dönemde Balkanlar'daki ulusal kurtuluş savaşlarına karşı katliamcı bir
politika izleyen Abdülhamid'in Kürdistan'a ve Kürt halkına karşı politikası da
bu doğrultuda olmuştur.
Kendi adıyla anılan
Hamidiye Alayları'nı da işte bu anlayışla kurdu. Kürt ulusal uyanışına karşı,
Kürt işbirlikçilerden oluşan bir ordudan daha büyük güvence mi olurdu?..
Hamidiye Alayları, sadece bir askeri güç oluşturmak amacıyla kurulmamıştı. Hatta
bu amaç, taliydi. Asıl amaç, Kürtler'i düzene tabi kılmaktı.
Hamidiye Alayları'nın fikir babası Şakir Ahmet
Paşa'dır. "Şakir Paşa, bu fikirle en çok Kürtler'i mülkiye idaresine alıştırmak
ve bu suretle Kürtler'i yavaş yavaş Türkiye hakimiyetine sokmak istiyordu..."
(Avyarov, Osmanlı-Rus ve İran Savaşlarında Kürtler 1801-1900, Syf.130-131)
Hamidiye Alayları'nın kuruluş amacını tam anlamak
için, bizzat Abdülhamid'in hatıralarına bakmak yeterlidir:
"... Rumeli'nde ve bilhassa Anadolu'da Türk
unsurunu kuvvetlendirmek ve her şeyden evvel de içimizdeki Kürtler'i yoğurup
kendimize mal etmek şarttır. Türk tahtına çıkmış olan seleflerimin en büyük
kusuru Slav unsurunu, Osmanlılaştırmış olmamalarıdır...
Rusya ile harp vukuunda, disiplinli bir şekilde yetiştirilen bu Kürt
alayları, bize çok büyük hizmetlerde bulunabilirler. Ayrıca orduda öğrenecekleri
'itaat' fikri, kendileri için de faydalı olacaktır. Zabit unvanı verdiğimiz Kürt
ağaları ise yeni mevkileriyle övünecekler ve bir miktar zapt-ı rapt altına
girmeye gayret edeceklerdir." (Sultan Abdülhamid, Siyasi Hatıratım,
Syf.74-75-76)
Görüleceği gibi, Kürt tarihine kara
bir leke olarak yazılan Hamidiye Alayları, ilhak ve asimilasyonun dört başı
mamur bir ifadesidir.2005.08.21
KAYNAK:YÜRÜYÜŞ
DERGİSİ