Jiyanmedya

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
Jiyanmedya

En Yeni Paylaşım Platformu


    80 yıllık Kürt Politikası:İlhak İmha

    avatar
    admin


    Mesaj Sayısı : 622
    Kayıt tarihi : 12/03/13

    80 yıllık Kürt Politikası:İlhak İmha  Empty 80 yıllık Kürt Politikası:İlhak İmha

    Mesaj tarafından admin C.tesi Mart 30, 2013 4:16 pm

    80 yıllık Kürt Politikası:İlhak İmha
    Asimilasyon[Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]Zulmün Osmanlı'ya Uzanan Kökleri

    Anlatacağımız acılı bir tarihtir. Tarihi boyunca devletleşemeyen,
    devletleştirilmeyen, istilalar altında yaşamış, kendi iç parçalanmışlıklarının
    bedelini ağır ödemiş, zulme direnebilmek için dağlara çekilmek zorunda kalmış,
    dili yasaklanmış, adı yasaklanmış, kendisi yoksayılmış bir halkın tarihidir.


    "Yurtsuz halk Kürtler" diye nitelendirmişti
    bir yazar Kürtler'i. Bir yurtları vardı onların da, halen de var. Tarih indinde
    yaşadıkları o yurdun üzerinde "Kürdistan" yazıyor. Seyahatname'ler, resmi
    belgeler bir döneme kadar sözediyor onlardan. Ama sonra bir ülke, bir halk
    siliniyor belgelerden. Dünya "idari" haritalarında "Kürdistan" yazılı bir yer
    gözükmüyor bugün. Yazı dizimiz, işte bu yok sayışın tarihi bir özeti olacak.
    Egemen sınıfların Kürt halkının kaderiyle nasıl oynadığı, Kürt aşiret
    liderlerinin, feodal, milliyetçi önderliklerin nasıl bu oyunlara ortak olduğu
    var bu tarihte. Ve kan değmedik yeri kalmamış dağlar, ovalar var.

    Bu yazı dizimizde esas olarak Cumhuriyet tarihi
    boyunca izlenen Kürt politikalarını ele alacağız, ancak giriş olarak Kürtler'in
    Osmanlı İmparatorluğu döneminden de sözetmek zorunludur. Çünkü, Kürt
    politikalarının özeti olan ilhak, imha ve asimilasyonun ilk uygulamaları bu
    döneme uzanmaktadır. Ve çünkü, sömürücü egemen sınıfların mantığı, imparatorluk
    da olsalar, cumhuriyet de olsalar, aynı şekilde işliyor.


    1.Bölüm:
    Zulmün Osmanlı'ya Uzanan Kökleri

    Milattan önce 7. yüzyılda kurulan Med Devleti, Kürtler'in tarihteki ilk
    devleti sayılır. O gün bugündür Kürtler bir daha devlet kuramadılar. Sonraki
    yüzyıllarda çeşitli beylikler kurmalarına rağmen, bir devletleri olmadı. Med
    Devleti yıkıldıktan sonra, Kürdistan'ın büyük bölümü Makedon Kralı İskender'in
    orduları tarafından işgal edildi. İşte Kürtler'in bundan sonraki tarihi hep
    işgal altında geçecektir. Kürt aşiretlerinin tarihteki izleri, ancak şu veya bu
    imparatorluğun tarihi içinde sürülebilecektir. Persler, Sasaniler, Emeviler,
    Abbasiler, Bizans, Moğollar, Karakoyunlular diye uzayıp gidiyor istilacıların
    listesi.

    Bu istilalardan Arap istilası,
    Kürtler'in tarihteki adı üzerinde de belirleyici bir etki yaptı. Arap istilasına
    kadar Kürdistan'a "Kordu" ve Kürt halkına da "Kordular" denilmekteydi. Arap
    istilasından sonra Kordu bölgesi halkına Kürt veya Kurd; çoğul olarak da E'krad
    (Kürtler) denilmeye başlandı.


    İlk parçalanma,
    ilk "muhtariyet"


    Osmanlı ve Safevi
    İmparatorlukları arasındaki Çaldıran Savaşı Kürt tarihinde önemli dönüm
    noktalarından biridir. Tarih 1514'tür. Görünürdeki neden Şiilik-Sünnilik
    arasındaki mezhep çatışmasına dayansa da Osmanlı-Safevi mücadelesinin temeli
    ekonomiktir. Her ikisi de imparatorluğunun sınırlarını genişletip verimli
    ovalara ve ticaret yollarına ulaşmak istemektedir. Osmanlı-Safevi arasındaki bu
    çekişmenin savaş alanı ise Kürdistan topraklarıdır. Sınırlar orada
    kesişmektedir. Bu nedenle her iki devlet de Kürt aşiretlerini kendi yanına
    çekmeye çalışır, bunun için bazen baskı yapar, bazen ayrıcalıklar tanırlar.
    Tabii en çok da Kürt aşiretlerin bölünmüşlüğünden Alevi, Sünni, Şafilik
    ayrımından yararlanırlar. Yavuz Sultan Selim, Bitlis Emiri İdris-i Bitlisi
    aracılığıyla Sünni Kürt aşiretlerini yanına çeker. Kürt aşiretler, Türkmen
    Aleviler'e karşı giriştiği kırımda Yavuz Sultan Selim'in yanında yeralır. Öyle
    ki Kürt Alevi aşiretler de katliamın hedefi olur; Kürt, Kürt'e katlettirilir.
    Çünkü, din, "ulusal kimlik"ten daha ön plandadır.

    Van Gölü'nün kuzey doğusunda bulunan Çaldıran Ovası'nda gerçekleşen
    Çaldıran Savaşı'nda Osmanlı ordusunun sayıca ve teknik üstünlüğü karşısında Şah
    İsmail'in ordusu yenilir. Bu savaşla fiili olarak yeni sınırlar oluşur ve
    Kürdistan fiili olarak Osmanlı ve Safevi devletleri arasında ikiye bölünmüş
    olur. Genelde tarihçiler Kürdistan topraklarının ilk bölünüşü olarak 17 Mayıs
    1639 tarihli Kasr-ı Şirin Anlaşması'nı gösterirler. Evet, Kasr-ı Şirin
    Anlaşması'yla Kürdistan tarihte ilk kez resmi bir anlaşma yoluyla
    parçalanmıştır. Ancak Çaldıran Savaşı sonrasındaysa savaşın sonucu olarak ortada
    bir anlaşma metni olmamasına karşın Kürdistan toprakları iki ayrı devlet
    tarafından pay edilmiştir.

    Osmanlı İmparatorluğu,
    Safeviler karşısında bu zaferi, esas olarak Kürt aşiretlerine borçludur. Bunun
    karşılığı, yine İdris-i Bitlisi'nin önderliğinde, 1514 yılında Yavuz Sultan
    Selim ile 23 Kürt beyliği arasında imzalanan anlaşmadır. Bu anlaşma, bir bakıma
    işgal ve istila altında Kürtler'e tanınan ilk "muhtariyet"in belgesidir.
    Anlaşmanın maddeleri şöyledir:


    "Şeyh İdris'in
    çalışmaları sayesinde ve kuşkusuz Osmanlı Sultanı'nın çıkarlarına uygun olarak
    Kürtler için şu haklar tanınmıştır;

    1- Osmanlı
    yönetimine bağlı olarak Kürt Emirlikleri'nin özerkliklerini korumak,

    2- Kürt Emirlikleri'nde de yönetim babadan oğula
    geçerek sürecek, eskiden beri yürümekte olan yönetim yürürlükte kalacak ve bu
    konuda ferman padişahtan çıkacak,

    3- Kürtler,
    Türkler'e bütün savaşlarda yardım edecekler,

    4-
    Türkler de Kürtler'i bütün dış saldırılardan koruyacaklar,

    5- Kürtler, devlete verilmesi gereken her türlü
    vergiyi ödeyecekler.

    6- Bu anlaşma Sultan Selim
    ile ona boyun eğen Kürt Emirlikleri arasında yapılmıştır." (M. Emin Zeki,
    Kürdistan Tarihi, Syf.83)

    Bu anlaşmayla Osmanlı
    coğrafik yapısı nedeniyle zor kontrol edilebilir bir bölge olan Kürdistan'ı
    denetim altına almış oluyordu. Kürt aşiretleri de bu anlaşmayla Osmanlı'yı dış
    güçlerin saldırılarına karşı bir kalkan olarak kullanma düşüncesiyle bu
    anlaşmayı uygun görmüşlerdi.


    İstilacıların ve
    ilhakçıların himayesindeki aşiret yapısı


    Kürt
    aşiretleri, yine bu anlaşma yoluyla kendi sosyal yapılarını da
    koruyabileceklerdi. Böylelikle Kürt aşiretler geleneksel üretim ve yönetim
    şekillerini devam ettirdiler. Bu, Osmanlı düzeninin özellikleri gözönüne
    alındığında önemli bir ayrıcalıktı.

    Osmanlı'da
    tüm topraklar devletin malı sayılır ve eyalet ya da sancaklardaki beyler
    atamayla yönetime getirilirlerdi. Bey görevden alındığı ya da öldüğü zaman
    elinde bulunan toprakları miras olarak bırakamaz, Saray yeni bir görevli atar,
    toprakların geçici yeni sahibi de o olurdu. Oysaki bu anlaşma sonucunda Kürt
    aşiretlerine ait topraklarda mülkiyetin, Osmanlı'nın genel idari yapısından
    farklı olarak babadan oğula, erkek çocuğu yoksa en yakın akrabasına geçmesi
    kabul ediliyordu. Osmanlı'nın bu bölgelere yeni bir bey ataması sözkonusu
    değildi. Bu yöndeki bazı istisnai "atama" girişimleri de aşiretlerin
    ayaklanmasına neden olmuş ve Osmanlı bu girişimlerinden vazgeçmiştir. Çünkü
    aşiret yapısının korunması, Osmanlı'nın bölgedeki egemenliğinin asıl
    dayanağıydı.

    Keza, Osmanlı yönetimi, özellikle
    16. ve 17. yüzyıllarda Türkmen aşiretlerini düze indirmek, yerleşik hayata
    geçirmek için birçok yönteme başvurur, hatta katliamlara girişmekten bile
    kaçınmazken, Kürt aşiretlerinin toprağa bağlanmasında zorlayıcı ve ısrarcı
    olmamıştır. Böylelikle aşiretlerin zayıf yapısı muhafaza edilmiş, Kürt
    Beylikleri'nin tek tek Osmanlı yönetimine bağlı ve muhtaç konumu sürdürülmüştür.

    Osmanlı İmparatorluğu'nun Kürdistan topraklarını
    ilhak eder etmez yürürlüğe koyduğu bu "aşiret yapısını koruma" politikası, bazı
    ara dönemler hariç, yüzlerce yıl devam ettirilecek, hatta Cumhuriyet döneminde
    de Kürt aşiretleri ve feodal yapısı korunacaktı. Ve bu politika, 1990'lara,
    2000'lere kadar uzayacak, mesela koruculuk politikası, esas olarak bu aşiretler
    üzerine oturtulacaktı. Bu yapının korunmasıyla, nesnel olarak uluslaşmanın
    gelişmesinin önüne bir engel dikilmiş olmakta, aşiret çıkarlarının, ulusal
    çıkarların üstünde tutulması ise her daim sömürücü egemen sınıfların işine
    gelmekteydi.

    Yeniden tarihi gelişimi izlemeye
    dönersek; Osmanlı Safevi Savaşı sonucunda Kürdistan'ın ikiye bölündüğünden
    sözetmiştik. Çaldıran Savaşı'ndan sonra da Osmanlı Safevi arasındaki savaşlar
    sürmüştür. Bunlardan biri de Safeviler'in Diyarbakır kuşatmasıdır. Kuşatma
    karşısında İdris-i Bitlisi'nin Kürt aşiretleri adına Osmanlı sarayından bir
    komutan gönderilmesi talebi kabul edilir ve Yavuz Sultan Selim Safeviler'e karşı
    savaşı yönetmek üzere Bıyıklı Mehmet Paşa'yı "Diyarbakır Eyaleti Beylerbeyi ve
    Kürdistan Orduları Genel Komutanı" olarak atar. (Cumhuriyet'in bir döneminden
    itibaren yasaklanan Kürt ve Kürdistan sözleri, tarih boyunca işte böyle hep
    kullanılagelmişti oysa.) Sonuçta Safeviler püskürtülür, devamında Safevi ordusu
    birçok yerde bozguna uğratılır. Bu savaşların sonucunda 1515 yılında
    Kürdistan'ın neredeyse tamamı Osmanlı egemenliğine geçmiştir.


    Kürdistan'ı bölen ilk resmi sınır ve
    sınırların içinde...


    Osmanlılar'ın ilerleyişi
    karşısında Safeviler "barış" istemek zorunda kaldılar. Bunun üzerine Mayıs
    1639'da Osmanlılar ile Safeviler arasında Kasr-ı Şirin Anlaşması imzalandı. Bu
    anlaşma sonucunda Zağros Sıradağları Osmanlılar ile Safeviler arasında resmi
    sınır olarak kabul edildi. Bu anlaşma sonucunda oluşturulan sınır küçük birkaç
    değişiklikle İran-Türkiye sınırı olarak günümüze kadar gelmiştir.

    Sınırların resmen çizilmesi ve Kürt aşiretlerinin
    yaşadığı toprakların resmen Osmanlı toprakları kabul edilmesi, Kürtler için
    önceki "özerklik" ve "özgürlüklerini" arayacakları bir baskı döneminin de
    başlangıcı olmuştur. Kürt topraklarını resmen sınırlarına katan Osmanlı, bu
    noktadan itibaren kendini o topraklar üzerinde daha yetkili görmüştür.

    Osmanlı'nın Kürt aşiretlerine yönelik politika
    değişikliğinin ilk somut yansıması, Padişah 4. Murat'ın Melik Ahmet Paşa'yı
    Diyarbakır'a vali olarak ataması oldu. Melik Ahmet Paşa Diyarbakır'a atanır
    atanmaz ilk iş olarak Kürt beylerinden Yusuf Han'ın yönettiği İmadeye ve Mezuri
    üzerine yürüdü. Bunu diğer aşiretlere yönelik başka saldırılar izledi. Kürt
    aşiretlerine tek tek yapılan bu saldırıları, diğer Kürt aşiretleri seyretmekle
    yetindiler.

    Osmanlı bazen çeşitli bahanelerle
    Kürt Beylikleri'ne doğrudan kendisi saldırırken bazen de Kürt beylerini ve
    aşiretlerini birbirlerine karşı kışkırtarak bu işi rakip bey ve aşiretlere
    yaptırıyordu. Amaç Kürt aşiretlerini güçten düşürmek, aralarındaki
    anlaşmazlıkları büyütmek ve merkezi devleti güçlendirmekti.

    Osmanlı İmparatorluğu'nun doğu sınırlarını
    oluşturan Kürdistan toprakları, Yavuz Sultan Selim'in Kürt beyleri ile yaptığı
    anlaşmanın sonucu olan özerkliklerini artık kaybetmeye başlıyorlardı. Osmanlı, o
    güne kadar Kürt Beylikleri'nin iç işleyişine karışmayıp sadece asker ve vergi
    almakla yetinmekteydi.

    Osmanlı'nın batıda
    gerilediği, yeni kara ve deniz ticaret yollarının ortaya çıkmasıyla gelirlerinin
    azaldığı, iç çelişkilerin hızla keskinleştiği bu dönemde, Osmanlı "toprak
    kaybetmeme" kaygısıyla sıkı bir şekilde merkezileşmeye başladı. Toprak
    kaybetmemek için yapılan savaşlar nedeniyle Kürt Beylikleri'nden daha fazla
    asker istenmesi, yine savaşlar nedeniyle vergilerin ağırlaştırılmasıyla birlikte
    Kürtler'le Osmanlı arasındaki çelişkiler de arttı.

    Osmanlı, Kürt aşiretlerinden istediklerini alabilmek için eskisi gibi
    mevki-makam dağıtma gibi yöntemlere başvurmakla birlikte, artık asıl silahı
    zordu. Osmanlı zorbalığı Kürtler üzerinde kendisini ilk kez bu kadar açıktan ve
    kesin olarak hissettirmekteydi. Osmanlı ordusu, istendiği ölçüde asker, vergi
    vermeyen beyliklerin üzerine yürüyordu artık, katliamlar birbirini izledi.


    Merkezileşme ve beyliklerin ayaklanmaları


    19. yy'da Osmanlı'da yaşanan gelişmeler
    Kürdistan'da da yansımasını buldu. Osmanlı'nın Batı'ya bağımlı hale gelmesi ve
    bu bağımlılığın sonucu olarak yapılan düzenlemeler, Kürdistan'daki yapıyı da
    etkileyecekti kaçınılmaz olarak. Bu dönemde emperyalistlerin müdahaleleriyle
    Osmanlı devlet yapısı, ekonomik ve siyasi açıdan yeniden şekillendirilir.

    19. yüzyılın başında ilan edilen Tanzimat ve
    Islahat Fermanları'yla birlikte Kürtler'e adeta tepeden inme bir şekilde merkezi
    yapı dayatılır. Osmanlı'nın Batı ve Orta Anadolu'da uygulamaya başladığı il,
    ilçe, bucak tarzındaki idari örgütlenme biçimi, Kürdistan'da da uygulanmaya
    başlandı. Kürt Beylikleri'nin tahtı her geçen gün daha fazla sallanmaktadır.
    Osmanlı bu dönemde, o güne kadar Kürt aşiretlerinin mülkü kabul edilen topraktan
    vergi alabilmek ve asker ihtiyacını karşılayabilmek için beyliklerin tasfiye
    edilmesinde veya en azından ekonomik ve siyasi olarak zayıflatılmasında yarar
    görüyordu. 1858'de çıkarılan toprak yasasıyla beyliklerin toprakları ellerinden
    alınmaya çalışılır. Diğer yandan aşiretler bu yasayla yerleşikliğe de
    zorlanırlar.

    Kürtler, hem merkezi yapının
    dayatılmasına, hem de Islahat Fermanı'yla birlikte gayrı-müslüm tebaya tanınan
    geniş haklara karşı çıkarlar. Kürdistan'da bir nevi denetimleri altında bulunan
    Ermeniler'in, Asurlular'ın kendilerine eşit hatta bazı azınlıkların ekonomik
    güçlerinin siyasi güce dönüşüp kendilerinden üstün konuma gelmelerini
    istemezler.

    Ancak beyliklerin tasfiyesi,
    isyanlarla uygulanamaz hale gelir.

    1800'lerin ilk
    yirmi-otuz yılı boyunca peşpeşe Timur Paşa Ayaklanması, Abdurrahman Paşa
    Ayaklanması, Soran Emiri Mir Muhammed Ayaklanması, Bilbaşlar Ayaklanması,
    Bedirhanlı İsmail Paşa Ayaklanması, Bedirhan Bey Ayaklanması gibi sayısız
    ayaklanma gerçekleştirilir.

    Bu ayaklanmalarda ilk
    başta bazı kentler ele geçirilse de ayaklanmaların tümü ezilir. Çünkü hemen
    hepsi, tek bir aşirete, beyliğe dayanan ayaklanmalardır. Sorunları aynı olmasına
    karşın, Osmanlı'nın manevraları, örneğin askerin vergi isteğini hepsinden aynı
    anda yapmaması, bazılarına daha yüksek makamlar verip etkisizleştirmesi gibi
    yöntemleri, aşiretlerin biraraya gelmesini önlemeye yeter. Sonuçta Osmanlı için
    birkaç aşireti askeri olarak altetmek zor olmaz.

    Bedirhan Bey Ayaklanması bunların en önemlilerinden biridir. Kısmen de
    olsa Kürt Beylikleri'nin birliğinin sağlandığı bir ayaklanma olması yanıyla da
    diğerlerinden ayrılır. Ve bu ayaklanmada, Kürtler İdris Bitlisi'den sonraki en
    büyük ihanetlerden birini yaşarlar. Bedirhan Bey'in yeğeni Yezdan İzzettin Şer
    Osmanlı saflarına geçerek ayaklanmayı sırtından vurdu. Ayaklanma bastırıldıktan
    sonra ihanet eden Yezdan İzzettin Şer ise Hakkari'ye Osmanlı Valisi olarak
    atandı. İhanetinin ödülü Osmanlı Valiliği oldu.


    Kürtler artık 'mütemadiyen nezaret altında tutulması gereken" bir
    halktır!


    Osmanlı yönetimi 1830'ların başında
    Kürdistan'a daha köklü bir müdahalede bulunur. 1833 yılında Sivas Valisi Reşit
    Paşa Kürdistan'ın merkezileştirilmesine memur edilir. Reşit Paşa ilk iş olarak
    birçok aşireti sürgüne gönderir, kendi topraklarından uzakta iskana zorlar.
    Direnenler katledilir. Ama Osmanlı'ya karşı direnişi kırmak için sadece şiddet
    kullanmaz. Yeri geldiğinde aşiret beylerini parayla satın alır, yeri
    geldiğindeyse halifeye karşı gelmenin kafirlik olduğu propagandasını kullanır.
    Reşit Paşa'nın koleradan ölmesi üzerine aynı göreve atanan Hafız Paşa da bu
    politikayı ve dolayısıyla katliamları sürdürür. Bu katliamlar sonucunda
    merkezileştirme büyük oranda sağlanır. Daha önce asker alınamayan yerlerden
    asker alımına başlanır.

    1847'de Bedirhan Bey
    Ayaklanması'nın yenilgiyle sonuçlanmasıyla Kürdistan Eyaleti kurulur. Eyalet
    Muş, Hakkari sancaklarıyla Cizre, Bothan ve Mardin'i içine alıyordu. Oluşturulan
    "Kürdistan Eyaleti"nin askeri merkezinin neresi olacağına dair padişaha sunulan
    Sadrazamlık Tezkeresi'nde Osmanlı yönetiminin Kürtler'e nasıl baktığı eksiksiz
    biçimde tarif edilmektedir. Tezkerede şöyle denilmektedir:

    "... sırf padişahımız efendimizin eseri olarak
    eşkıya elinden kurtarılan ve belki de bu suretle yeniden fethedilen Kürdistan
    Bölgesi'nin geleceğine dair... Hususiyle Kürdistan'ın kalbinde bulunduğundan ve
    bu suretle Anadolu ordusunun yumruğu, mütemadiyen nezaret altında tutulması
    icabeden Kürtler'in tepesinde bulunacağından dolayı, Ahlat'ın bundan böyle
    Anadolu ordusuna merkez ittihaz edilmesi..." (Belgelerle Türk Tarihi Dergisi,
    Sayı 16)

    Kürdistan, Osmanlı tarafından yeniden
    fethedilmiştir. Kürt beylerinin Yavuz Sultan Selim'le yaptığı anlaşma yırtılıp
    atılmış ve "yeniden fethedilen" Kürt topraklarında Kürtler'e yeni statüler
    dayatılmıştır.

    İskan politikası da bu süreçle
    birlikte yeniden şekillendirildi. Bu dönem aynı zamanda Osmanlı
    İmparatorluğu'nun çeşitli bölgelerinde "uluslaşma" hareketlerinin görüldüğü
    dönemdir. Yeni iskan politikası, aynı zamanda Kürtler'in de böyle bir süreci
    yaşamasına engel olmaya yönelikti.

    Aşiretler
    bulundukları sancakların en yetkili mülki amiri tarafından Osmanlı'ya göre uygun
    yerlere yerleştirilmeye zorlandı. Bursa, Konya, Aydın gibi iller aşiretlerin
    iskana zorlandığı yerler arasındadır. Buna karşı çıkan, gösterilen yere
    yerleşmeyen aşiretlere karşı "zor kullanacağı" açıkça belirtildi ve kısmen
    direnmeye çalışan aşiretlere de zor kullanıldı. "İskanı kabul etmeyen Kara
    Fakılı Aşireti'ne şiddet uygulanır. Bu haber diğer aşiretleri etkiler. Birçok
    aşiret iskanı kabul eder. Böylelikle birçok yeni köy ve kasabalar ortaya çıkmaya
    başlar..." (M. Kalman, Osmanlı-Kürt İlişkileri ve Sömürgecilik, Syf.80)

    Anadolu'nun içlerinde kendi topraklarından
    uzaklara sürgün edilmenin dışında, sürgün edilmeyen aşiretler için de yeni
    uygulamalar başlatıldı. Mesela, eyalet valilerinin emriyle aşiret üyelerinin
    başka bir eyalete geçmeleri yasaklandı. Bunun için özel izin almak şartı
    getirildi. Keza 1842'de çıkarılan bir yasayla da aşiretlerin başka eyaletlerdeki
    yayla ya da kışlaklarına gitmeleri yasaklandı.

    Artık "yasak"lar yüzyıllar boyunca Kürt halkının yaşamının ayrılmaz bir
    parçası olacaktı. Çünkü artık Kürtler, padişaha yazılan Sadrazam Tezkeresi'nin
    açıkça ifade ettiği gibi, her sömürücü devlet tarafından "tehdit", "tehlike"
    olarak görülecekti. Yurtsuz bırakılmış bir halk, elbette işgalci, ilhakçı
    iktidarlar için başka türlü görülemezdi; onlar her an yurtlarını geri
    isteyebilirlerdi çünkü.


    İşbirlikçiliğin ve
    asimilasyonun kurumlaşması: Hamidiye Alayları


    19. yüzyıl, Osmanlı açısından olduğu gibi, Kürdistan açısından da yeniden
    şekillenme dönemidir.

    Bu dönemin Kürtler
    açısından en karakteristik özelliklerinden biri, Avrupa kapitalizminin
    Osmanlı'ya ve dolayısıyla Kürdistan'a müdahaleleri ve bunun karşısında aşiret
    çıkarlarını koruma temelinde gelişen Kürt ayaklanmalarıdır. Ancak bu
    ayaklanmalar, yukarıda da kısaca değindiğimiz gibi, Kürt toplumunun tüm
    zayıflıklarını da açığa çıkaran ayaklanmalardır. Kürt önderleri, aydınları, bu
    zayıflıklardan ders çıkaramadıkları için, egemen sınıflar, sonraki dönemlerde de
    bu zayıflıklar üzerine politika yapmaya devam etmişlerdir.

    "Osmanlı'da oyun çok" deriz sık sık. Nedir bu
    oyunlar? Osmanlı'nın Kürt'ü Kürt'e kırdırması, ayaklanan Kürt feodal
    önderlikleri bin bir türlü hile ve zorla kendi yanına çekip, onların on binlerce
    insanın katledildiği ayaklanmalara sırt çevirmesini sağlaması, bu oyunlardandır.
    Hamidiye Alayları da işte bu oyunlardan biridir.

    Osmanlı padişahlarından II. Abdülhamid 31 Ağustos 1876'da tahta çıktı.
    19. yüzyıldaki belli başlı Kürt ayaklanmalarının sonuncusu olan Şeyh Ubeydullah
    Ayaklanması kısa süre önce kanla bastırılmıştı.

    Meşrutiyeti ilan edeceği sözünü vererek tahta oturan 2. Abdülhamit,
    1876'da Anayasa'yı ilan edip Meclis-i Mebusan'ın toplanmasına izin vermesine
    rağmen, 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı'nı bahane ederek meşrutiyeti kaldırdı ve
    baskıcı bir dönem başlattı. Daha sonra "İstibdat Dönemi" olarak adlandırılacak
    olan bu dönemde Balkanlar'daki ulusal kurtuluş savaşlarına karşı katliamcı bir
    politika izleyen Abdülhamid'in Kürdistan'a ve Kürt halkına karşı politikası da
    bu doğrultuda olmuştur.

    Kendi adıyla anılan
    Hamidiye Alayları'nı da işte bu anlayışla kurdu. Kürt ulusal uyanışına karşı,
    Kürt işbirlikçilerden oluşan bir ordudan daha büyük güvence mi olurdu?..
    Hamidiye Alayları, sadece bir askeri güç oluşturmak amacıyla kurulmamıştı. Hatta
    bu amaç, taliydi. Asıl amaç, Kürtler'i düzene tabi kılmaktı.

    Hamidiye Alayları'nın fikir babası Şakir Ahmet
    Paşa'dır. "Şakir Paşa, bu fikirle en çok Kürtler'i mülkiye idaresine alıştırmak
    ve bu suretle Kürtler'i yavaş yavaş Türkiye hakimiyetine sokmak istiyordu..."
    (Avyarov, Osmanlı-Rus ve İran Savaşlarında Kürtler 1801-1900, Syf.130-131)

    Hamidiye Alayları'nın kuruluş amacını tam anlamak
    için, bizzat Abdülhamid'in hatıralarına bakmak yeterlidir:

    "... Rumeli'nde ve bilhassa Anadolu'da Türk
    unsurunu kuvvetlendirmek ve her şeyden evvel de içimizdeki Kürtler'i yoğurup
    kendimize mal etmek şarttır. Türk tahtına çıkmış olan seleflerimin en büyük
    kusuru Slav unsurunu, Osmanlılaştırmış olmamalarıdır...

    Rusya ile harp vukuunda, disiplinli bir şekilde yetiştirilen bu Kürt
    alayları, bize çok büyük hizmetlerde bulunabilirler. Ayrıca orduda öğrenecekleri
    'itaat' fikri, kendileri için de faydalı olacaktır. Zabit unvanı verdiğimiz Kürt
    ağaları ise yeni mevkileriyle övünecekler ve bir miktar zapt-ı rapt altına
    girmeye gayret edeceklerdir." (Sultan Abdülhamid, Siyasi Hatıratım,
    Syf.74-75-76)

    Görüleceği gibi, Kürt tarihine kara
    bir leke olarak yazılan Hamidiye Alayları, ilhak ve asimilasyonun dört başı
    mamur bir ifadesidir.
    2005.08.21

    KAYNAK:YÜRÜYÜŞ
    DERGİSİ

      Forum Saati Salı Mayıs 07, 2024 2:55 am