FELSEFESİ
Perspektivizm
Analizleri
onun kendi analizleriyle birçok bakımdan benzerlik gösteren Hume gibi, Nietzsche
de “sağduyunun şeylere dair görüşü” diye adlandırılan genel görüşe karşı
kuraldışı bir tavır takındı.Öte yandan da , sağduyunun dünya görüşünü tam tamına
bir masal anlatan bir şey, yalın bir kurgu olarak gördü, zira o, dünyaya dair
belirsiz sayıdaki mümkün “yorum” dan sadece biriydi ve Nietzsche, hiçbir yorum
doğru veya yanlış olmadığı için, doğru bir yorum fikrine hiçbir anlam
yüklenilemeyeceğini savunuyordu. İşte bundan dolayı, o sözde doğru olan bir
gerçeklik görüşüyle karşı karşıya getirilemez. Ama filozoflar sık sık böyle bir
karşıtlığa dikkat çekerek, sağduyunun görüşlerinin eksik ve hatalı olduğunu
savunmuş ve gerçekliğin nasıl olması veya neye benzemesi gerektiği konusunda
oldukça aykırı görüşler benimsemişlerdir. Nietzsche, sağduyunun görüşünü
desteklemek ister, çünkü bu görüş uzun bir zaman dilimi boyunca işlenerek
geliştirilmiş olup, insanlar , pratik bir biçimde, ona bağlı
yaşayabilmektedirler: O – ondan daha az kurgusal olmayan- felsefi teorilerin
olamadıkları kadar yararlı bir masaldır:
Gözle görünen dünya
yegane dünyadır: “Gerçek dünya” ise sadece bir yalan.
“Gerçek”
ile o , tam tamına filozofların gerçekliğin olduğunu söyledikleri şeyi, yani
sabit, birlikli ve ezeli- ebedi olanı, değişenin, çokluğun ve zamansallığın
temelinde bulunmakla birlikte, değişenden çokluktan ve zamansal olandan ayrılmaz
olanı anlar. Nietzsche duyuların yalan söylemediği konusunda
ısrarlıdır.
Duyular,
oluşu, yok olup gitmeyi, değişmeyi
gösterdikleri sürece, yalan
söylemezler.
Sağduyu bir
yorumdur.
Bununla birlikte,
olgular (tatsachen) yoktur, sadece
yorumlar vardır
ve bir yorumdan ayrı olarak, kendinde bir dünya
bulunmamaktadır:
Sanki yorumlarımızı bir kez çıkarınca, geride
bir dünya kalırmış gibi.
Yararsız bir düşünce yararsız olduğu
gerekçesiyle çürütüldüğü taktirde, yararlı bir düşünce doğrulanmış olur diye
düşünmek mümkün olabilirdi. Ama Nietzsche sağduyunun tüm aşikar faydasına
karşın, yine de yanlış olup, dünyada gerçek ve birbirlerinden yalıtlanabilir
kendilikler olduğu fikrinin açıkça bir sağduyu inancı olduğunda ısrar etmek
ister:
Hiçbir şey var değildir
diye yazar,
Nietzsche
(bir şeylerin var olduğu) bizim
kurgumuzdur
Ama bu, bizim gündelik hayatta veya bu nedenle,
bilimde kendisinden vazgeçebileceğimiz bir kurgu değildir:
Varolmayan
şeylerle, yüzeylerle, cisimlerle ve mekanlarla iş görüyoruz.
Bu
kavramların bir kullanımları vardır, fakat onlar ne somut varlıklara delalet
ederler, ne de Nietzsche’nin kullandığı terimlerle ifade edildiğinde,
“açıklarlar”. Atom kavramı buna çok iyi bir örnektir:
Dünyayı anlamak için,
hesap yapabilmemiz gerekir; hesap yapabilmek içinse, sabit nedenlere ihtiyaç
duyarız. Gerçeklikte sabit hiçbir neden bulamadığımızdan ötürü, kendimiz için
bazı sabit nedenler , örneğin atomu icat ederiz.Atomculuğun menşei işte
budur.
Nietzsche bildiğimizi düşündüğümüz herşeyin yalan yanlış
olduğunu,
Hiçbir şeyin doğru olmadığını
Çok farklı şekillerde,
tekrar tekrar söyler, fakat yine de bir şeyin, ancak onun ne olduğunu
söyleyebilmemiz durumunda doğru- en azından kendisini betimlemenin araçlarına
sahip olmadığımız bir gerçekliğe tekabül etme anlamında doğru- olacağını
bildirir. Sağduyu, bilim ve felsefenin yorumlar, bildiğimizi söylediğimiz
herşeyin bir yorum olduğunu söylerken, kendisinin de, çıplak hakikat yerine, bir
yorum önermekte olduğunu göremedi. Bunu, farkettiği zaman, o Nietzsche için
bütünüyle özgürleştirici bir şey oldu.
Felsefi
psikoloji
Nietzsche kendisini öncü bir psikolog olarak görüyor, insan
zihni denen
Büyük ve bakir ormanın
İlk kaşifi
olduğunu düşünüyordu. Nietzsche’nin ilk ve en büyük hedefi ego kavramı olup,
temel iddiası da, benlik diye bir kendiliğin var olduğunu kabul etmenin
ontolojik bakımdan gereksiz, metafiziksel bakımdan da tehlikeli
olduğudur.
Akıl genel olarak iradelerin nedenler olduklarına inanır. O
egonun bir varlık, bir töz olduğuna inanır ve ego-tözüne beslenen inancı şeylere
yansıtır. Neden olarak kurulan varlık şeylerin arasına dahil edilir, onların
altına sokulur: “Varlık” kavramı “ego” kavramından çıkar, benlik kavramından
türetilir. Başlangıçta bir hatanın, iradenin etki eden bir şey olduğu, iradenin
bir güç olduğu yanlışının büyük uğursuzluğu bulunmaktadır....Biz bu gün onun bir
hatadan başka bir şey olmadığını biliyoruz.
Onun teşhisi kabaca şöyledir:
Bir şey olup bittiği zaman, onun bir fail tarafından yapıldığını, bir failin
etkisiyle vuku bulduğunu zımnen kabul ederek , düşünmenin vuku bulması, onun bir
eylem olması olgusundan, şu halde onu gerçekleştirecek bir failin bulunması
gerektiği sonucunu çıkartırız. İşte bu, benliktir. Ego, demek ki, ilkel bir veri
olmayıp, çıkarsanan bir kendiliktir ve onun iradenin etkisiyle eylemde
bulunduğunu kabul etmek bütün bir nedensellik anlayışımızı değiştirerek,
olduğundan başka gösterir.
Nietzsche felsefi bakımdan bir determinist
değildi. O pratikte yeterince yararlı olan neden ve sonuç düşüncesinin
Doğa bilimcinin yaptığı gibi...hüküm süren mekanistik budalalığa
uygun olarak nesneleştirilmesi
gerektiğinde ısrar eder.Neden
ve sonuç da, şu halde bir kurgu olduğu farkedilmeyip, doğru olduğu kabul edilen
başka kurgudur. Gereği gibi ifade edildiğinde, onun açıklama bakımından değil
de, “iletişim ve anlama amaçları açısından” bir kullanım değeri vardır:
An
sich gerçeklikte, hiçbir nedensel bağ, hiçbir zorunluluk yok, psikolojik yönden
özgür olmayış diye bir şey bulunmuyor; orada sonuç nedeni izlemiyor, yasa hüküm
sürmüyor: Nedenleri, süreklilikleri, bağlantıları, göreliliği, zorlanmayı,
sayıları, yasaları, özgürlüğü, gerekçeleri, amaçları icad eden sadece biziz.
Bundan dolayı, bu uzlaşımsal dünyayı an siche yükler, onu kendinde gerçekliğe
katıp karıştırırsak, hep eğilimli olmuş olduğumuz üzere, mitolojik davranmış,
efsane uydurmuş oluruz.
Perspektivizm
Analizleri
onun kendi analizleriyle birçok bakımdan benzerlik gösteren Hume gibi, Nietzsche
de “sağduyunun şeylere dair görüşü” diye adlandırılan genel görüşe karşı
kuraldışı bir tavır takındı.Öte yandan da , sağduyunun dünya görüşünü tam tamına
bir masal anlatan bir şey, yalın bir kurgu olarak gördü, zira o, dünyaya dair
belirsiz sayıdaki mümkün “yorum” dan sadece biriydi ve Nietzsche, hiçbir yorum
doğru veya yanlış olmadığı için, doğru bir yorum fikrine hiçbir anlam
yüklenilemeyeceğini savunuyordu. İşte bundan dolayı, o sözde doğru olan bir
gerçeklik görüşüyle karşı karşıya getirilemez. Ama filozoflar sık sık böyle bir
karşıtlığa dikkat çekerek, sağduyunun görüşlerinin eksik ve hatalı olduğunu
savunmuş ve gerçekliğin nasıl olması veya neye benzemesi gerektiği konusunda
oldukça aykırı görüşler benimsemişlerdir. Nietzsche, sağduyunun görüşünü
desteklemek ister, çünkü bu görüş uzun bir zaman dilimi boyunca işlenerek
geliştirilmiş olup, insanlar , pratik bir biçimde, ona bağlı
yaşayabilmektedirler: O – ondan daha az kurgusal olmayan- felsefi teorilerin
olamadıkları kadar yararlı bir masaldır:
Gözle görünen dünya
yegane dünyadır: “Gerçek dünya” ise sadece bir yalan.
“Gerçek”
ile o , tam tamına filozofların gerçekliğin olduğunu söyledikleri şeyi, yani
sabit, birlikli ve ezeli- ebedi olanı, değişenin, çokluğun ve zamansallığın
temelinde bulunmakla birlikte, değişenden çokluktan ve zamansal olandan ayrılmaz
olanı anlar. Nietzsche duyuların yalan söylemediği konusunda
ısrarlıdır.
Duyular,
oluşu, yok olup gitmeyi, değişmeyi
gösterdikleri sürece, yalan
söylemezler.
Sağduyu bir
yorumdur.
Bununla birlikte,
olgular (tatsachen) yoktur, sadece
yorumlar vardır
ve bir yorumdan ayrı olarak, kendinde bir dünya
bulunmamaktadır:
Sanki yorumlarımızı bir kez çıkarınca, geride
bir dünya kalırmış gibi.
Yararsız bir düşünce yararsız olduğu
gerekçesiyle çürütüldüğü taktirde, yararlı bir düşünce doğrulanmış olur diye
düşünmek mümkün olabilirdi. Ama Nietzsche sağduyunun tüm aşikar faydasına
karşın, yine de yanlış olup, dünyada gerçek ve birbirlerinden yalıtlanabilir
kendilikler olduğu fikrinin açıkça bir sağduyu inancı olduğunda ısrar etmek
ister:
Hiçbir şey var değildir
diye yazar,
Nietzsche
(bir şeylerin var olduğu) bizim
kurgumuzdur
Ama bu, bizim gündelik hayatta veya bu nedenle,
bilimde kendisinden vazgeçebileceğimiz bir kurgu değildir:
Varolmayan
şeylerle, yüzeylerle, cisimlerle ve mekanlarla iş görüyoruz.
Bu
kavramların bir kullanımları vardır, fakat onlar ne somut varlıklara delalet
ederler, ne de Nietzsche’nin kullandığı terimlerle ifade edildiğinde,
“açıklarlar”. Atom kavramı buna çok iyi bir örnektir:
Dünyayı anlamak için,
hesap yapabilmemiz gerekir; hesap yapabilmek içinse, sabit nedenlere ihtiyaç
duyarız. Gerçeklikte sabit hiçbir neden bulamadığımızdan ötürü, kendimiz için
bazı sabit nedenler , örneğin atomu icat ederiz.Atomculuğun menşei işte
budur.
Nietzsche bildiğimizi düşündüğümüz herşeyin yalan yanlış
olduğunu,
Hiçbir şeyin doğru olmadığını
Çok farklı şekillerde,
tekrar tekrar söyler, fakat yine de bir şeyin, ancak onun ne olduğunu
söyleyebilmemiz durumunda doğru- en azından kendisini betimlemenin araçlarına
sahip olmadığımız bir gerçekliğe tekabül etme anlamında doğru- olacağını
bildirir. Sağduyu, bilim ve felsefenin yorumlar, bildiğimizi söylediğimiz
herşeyin bir yorum olduğunu söylerken, kendisinin de, çıplak hakikat yerine, bir
yorum önermekte olduğunu göremedi. Bunu, farkettiği zaman, o Nietzsche için
bütünüyle özgürleştirici bir şey oldu.
Felsefi
psikoloji
Nietzsche kendisini öncü bir psikolog olarak görüyor, insan
zihni denen
Büyük ve bakir ormanın
İlk kaşifi
olduğunu düşünüyordu. Nietzsche’nin ilk ve en büyük hedefi ego kavramı olup,
temel iddiası da, benlik diye bir kendiliğin var olduğunu kabul etmenin
ontolojik bakımdan gereksiz, metafiziksel bakımdan da tehlikeli
olduğudur.
Akıl genel olarak iradelerin nedenler olduklarına inanır. O
egonun bir varlık, bir töz olduğuna inanır ve ego-tözüne beslenen inancı şeylere
yansıtır. Neden olarak kurulan varlık şeylerin arasına dahil edilir, onların
altına sokulur: “Varlık” kavramı “ego” kavramından çıkar, benlik kavramından
türetilir. Başlangıçta bir hatanın, iradenin etki eden bir şey olduğu, iradenin
bir güç olduğu yanlışının büyük uğursuzluğu bulunmaktadır....Biz bu gün onun bir
hatadan başka bir şey olmadığını biliyoruz.
Onun teşhisi kabaca şöyledir:
Bir şey olup bittiği zaman, onun bir fail tarafından yapıldığını, bir failin
etkisiyle vuku bulduğunu zımnen kabul ederek , düşünmenin vuku bulması, onun bir
eylem olması olgusundan, şu halde onu gerçekleştirecek bir failin bulunması
gerektiği sonucunu çıkartırız. İşte bu, benliktir. Ego, demek ki, ilkel bir veri
olmayıp, çıkarsanan bir kendiliktir ve onun iradenin etkisiyle eylemde
bulunduğunu kabul etmek bütün bir nedensellik anlayışımızı değiştirerek,
olduğundan başka gösterir.
Nietzsche felsefi bakımdan bir determinist
değildi. O pratikte yeterince yararlı olan neden ve sonuç düşüncesinin
Doğa bilimcinin yaptığı gibi...hüküm süren mekanistik budalalığa
uygun olarak nesneleştirilmesi
gerektiğinde ısrar eder.Neden
ve sonuç da, şu halde bir kurgu olduğu farkedilmeyip, doğru olduğu kabul edilen
başka kurgudur. Gereği gibi ifade edildiğinde, onun açıklama bakımından değil
de, “iletişim ve anlama amaçları açısından” bir kullanım değeri vardır:
An
sich gerçeklikte, hiçbir nedensel bağ, hiçbir zorunluluk yok, psikolojik yönden
özgür olmayış diye bir şey bulunmuyor; orada sonuç nedeni izlemiyor, yasa hüküm
sürmüyor: Nedenleri, süreklilikleri, bağlantıları, göreliliği, zorlanmayı,
sayıları, yasaları, özgürlüğü, gerekçeleri, amaçları icad eden sadece biziz.
Bundan dolayı, bu uzlaşımsal dünyayı an siche yükler, onu kendinde gerçekliğe
katıp karıştırırsak, hep eğilimli olmuş olduğumuz üzere, mitolojik davranmış,
efsane uydurmuş oluruz.