Gerillalar arasında yaygınlaşan Kürtçe okuma-yazma, Kürt edebiyatına yeni
zenginlikler katıyor. Beritan Lelkan, ‘Şewnim’ adlı Kürtçe romanıyla Güney
Kürdistan’da kadınların dramını gözler önüne seriyor.
Gerillada okuma
yazma etkinlikleri ürünlerini de kısa sürede vermeye başladı. Kürtçe şiir ve
roman yazmaya yönelen gerilla edebiyatçıların, son iki yılda Kürtçe ağırlıklı
kitaplar yazmaya başladıklarını görmek mümkün.
1997 yılında gerilla saflarına
katılan ve dağlarda gerillacılığın yanısıra, edebiyat çalışmalarıyla da uğraşan
Beritan Lelkan, Kürtçe bir şiir kitabıyla edebiyata giriş yaptı. Gerillayı
yansıttığı kadar, toplumsal gerçekliği de işleyen Lelkan, ‘Şewnim’ adlı Kürtçe
romanıyla Güney Kürdistan’da yaşanan gerçek bir olaydan yola çıkarak Kürt
kadınlarının yaşadığı dramı gözler önüne seriyor.
Gerillada hayatını
kaybeden bir kadın gerillanın yaşamını konu alan roman gerilla Şewnim’ı
anlatıyor. Bir bölümü Şewnim’in gerilladaki yaşamını ve yaşanan kirli savaş
gerçeğini yansıtırken diğer bölümü sivil yaşamındaki trajediyi konu alıyor.
Edebiyat çalışmalarına ilişkin sorularımızı yanıtlayan Lelan, en son yazdığı
Şewnim romanın amacını şu sözlerle ifade ediyor: “Amacım, kadının dünyasını
yansıtmaktı. Şewnim’in hikayesi bir kadın gerillanın hikayesi olduğu kadar, aynı
zamanda bir kadın dramıdır da.”
- Kürtçe edebi yazılar yazma
eğilimlerinizi ne zaman keşfettiniz?
- Kürtçe yazmak bende her zaman bir
özlemdi. Geçen hafta aramızdan ayrılan Mehmed Uzun’la ilk İsveç’te görüşüp,
onunla tanıştığımızda roman yazarı olduğunu bile bilmiyordum. O zamanlar Kürtçe
yazıp çizmiyordum. Mehmed Uzun’la bir tartışmamız olmuştu. Kürtçe roman yazarı
olduğunu o zaman öğrenmiştim. O tartışmada bir gün Kürtçe bir kitap yazacağımı
söylemiştim. Ama bu sadece, bir hissedişti. Mehmed Uzun’la yaptığım tartışmadan
çok etkilenmiştim ve kitaplarını hep takip ettim. İnsan onun kitaplarını
okuyunca bir roman okuduğunu derinden hissedebiliyor.
-Son yıllarda
gerillada Kürtçe edebiyatın geliştiğini söylemek mümkün, bu gelişimi nasıl
yorumluyorsunuz?
- Ulusal kimliğimizi, realitemizi tamamlayan en önemli
unsur, dilimizdir. Binlerce yıl yürütülen baskıların ardından, direnmiş olan
yanımız dilimizdir. Edebiyat çalışmaları yürütmeden önce konuşmaya ağırlık
vererek başladım. Türkiye sisteminin getirdiği asimilasyon politikası, yasaklar,
yine eğitim ve öğrenimde Kürtçenin kullanılmaması gittikçe bizi Türkçe düşünmeye
zorladı. 94’lerden beri, ana dilimde düşünmek, dünyayı yorumlayabilmek, benim
için bir özlemdi. Hani böyle bir slogan da var: ‘Dilimizin sınırı, dünyamızın
sınırıdır” bu gerçekten böyledir. Dilimizi yasaklamakla, dünyamıza ve çocukluk
hayallerimize sınır getirildi.
- Yasakla bir dille edebiyat yapmanın
zorlukları nelerdir?
- Kürtçe, ana dilimdir. Ancak kendi ana dilimde
duygularımı bulabilirim. Kürtçeye dönüş yapmak kendini bulma istemiyle
bağlantılıdır. Kürtçe yazmaya gelince, salt ulusal duygularla ifade edebileceğim
bir duygu değildir. Ana dilimde yaşadığım duyguları ve iç dünyamı da ifade etmek
istiyordum. İnsan Kürtçe diline eğilmeye başladıkça ve inceledikçe, Kürtçenin
dişil karakterini ve dişil duygularını derinden hissedebiliyor. Bu kadar zengin
bir dile sahip olan bir ulusun, kendi dilinden kaçması ve kendi dilinden
utaarak, kendini insan sınıfında görmesi bir talihsizliktir. Bu durum bende bir
tepki de yaratmıştı. Ve kendime hep diyordum; bir insana Kürdüm dediğim zaman,
kendi dilimde rahat konuşabilmeliyim, yazabilmeliyim, hissedebilmeliyim. Ana
diliminin karşısında kendimi hep borçlu hissetim. Bu çalışmalarımda duygularımla
bir katkı sağlamak ve bir nebze de olsa borcumu ödemek istedim.
- Dağda
mı edebiyata başladınız. Kürdistan dağlarına gelmek edebiyat çalışmanızı nasıl
etkiledi?
- 1997’de gerillaya geldim. Ülkede birçok alanı gezdim. Kürtçe
edebi yazılar yazmak içimde bir biçimde saklıydı. Ülkede Kürtçe şiirler ve
yazılar yazıyordum. Kendi kendime bir söz vermiştim ki, olgunlaştığımı
hissettiğim anda yazmaya başlayacaktım. Yaklaşık 2 yıl önce bu zamanın geldiğini
ve bir yerden başlamak gerektiğini hissettim. Ülkede kendi insanlarımla daha
güçlü buluşma imkânlarım da oldu. Ülkede yaşamak beni duygu dünyama daha fazla
yakınlaştırdı. Deyim yerindeyse, ana dilime eğilmem bende bir kökleşmeyi de
yarattı. Niçe’nin’de böyle bir sözü var: “ Yükselmek istiyorsan, köklerine
sarılacaksın.” İnsan kendini ifade etmek, kimliğinin derinliğini çözmek
istedikçe, tarihine yönelme istemi daha fazla gelişiyor. İşte, o zaman kendi
geçmişine, kendi toprağına yöneliyor. Ben de ülkede Şiir yazmayı daha da
yoğunlaştırdım ve şiirlerimi de derleyip kitaplaştırdım. İlk Kürtçe şiirimi,
Türk ordusu tarafında yakılan Avyan köyü için yazmıştım. Köy viran edilmişti.
Köyü izlerken kalem aldım, Kürtçe düşünüp yazdığım ilk şiirim, “Bajarê Wêran”dı.
- Savaşların yoğun yaşadığı Botan, Behdinan’da kaldınız. Savaş
duygularınız üzerine nasıl bir etki bıraktı?
- Açıkça söylemem
gerekirse, ben gerillacılığa sadece bir savaş olgusu üzerine bakmıyorum. Kadının
dağlarda yaşaması ve doğa ile ilişkisi beni oldukça etkiliyor. Ama bu da bir
gerçeklik; savaş insanda bazı duyguları zirvede yaşatır. Örneğin; ölüm ve yaşama
istemi… Kendini koruma, doğayı daha yakından tanıma istemi var. Gerillada insan
daha fazla doğa ile iç içe yaşar. Gerillada, doğayı ne kadar tanırsan, doğa da
seni o kadar kucaklar ve seni korur. Yine egemenlik sistemin en çirkin yüzünün
gösterdiği savaş gerçeğinin içinde, en insani duygularını korumamanın ve en çok
özgürlüğe yakın olmanın biraz farkını koymaya çalıştım. Şiirde, örgütlü bir
biçimde yansıtmaktan çok, içsel bir duygu biçiminde yansımış. Yine kadın olmanın
da bundaki etkisinin olduğunu söylemeliyim.
- Romanınızda Güney
Kürdistan’dayaşanan gerçek bir öyküyü ele almışsınız. Roman yazma serüveninizden
bahseder misiniz?
- Kürt kadınların yaşadığı dram karşısında bu duyguyu
hep yaşadım. Kürt kadınların yaşadıkları dramı ve kahramanlığı anlatan Kürtçe
romanlarımız olmalı diye düşünüyordum sürekli. Özellikle Kandil alanına
geldikten sonra halkla daha fazla iç içe yaşadık. Güney Kadınların durumunu daha
yakından anlama imkanım oldu. Yine gerillaya katılan ve farklı hikâyeleri olan
kadın gerillalar da var. Önderlik güney için demişti, ‘Güney devrimi kadın
devrimidir’ bu söz benim dikkatimi çok çekti. Bu parçadan arkadaşlarla
diyaloglarımız oldu. Yine halkı daha yakında tanıma ve inceleme imkânımız oldu.
Erkekçe kadını değerlendiren zihniyetin yaratığı dramı kendi gözlerimle gördüm.
Bunun bir şekilde yansıtmak ve yazmak istedim. Roman çalışmamda, toplumsal
gerçekliği karakterlere yedirme yönünde eksik kalsam da yaşanları bir şekilde
vermek istedim.
Romanında hedefim daha çok kadının dünyasını
yansıtmaktı. Şewnim romanı, bir kadın gerillanın hikayesi olduğu kadar, aynı
zamanda tolumda yaşayan binlerce kadının dramıdır da. Çünkü kadının dünyaya bir
bakışı var. Her ne kadar bu bakış ortamlara göre ayarlansa da, kadının dünyaya
kendine özgü bir bakışı da var. Bir kadın olarak, kendi dünyamı topluma açmamda
Şaewnım bir adımdı.
- Gerilla edebiyatının daha çok yaşanmışlıklar ve
anılar üzerine geliştiğini görmek mümkün. Romanınız da gerçek bir öyküye
dayanıyor. Bunu dengbêjlik kültürünün etkisi olarak görmek mümkün mü?
-
Doğru. Dengbêjlik Kültürü ile yaşanan kahramanlık veya dramlar aktarılır.
Dengbêjlîk bizde derin bir kültürdür. Gerilla da anıların anlatımı ve gerçek
olaylardan yola çıkarak edebiyat yapmak, tesadüf değildir. Dengbêjlik edebiyatın
bir etkisidir. Romanda işlenen konular hepsi gerçek. Fakat onları kişileştirme,
zaman ve mekan konusunda tasarladığım yönler var.
- Romanınız, Şewnim’in
hayatını kaybetmesiyle başlıyor. Yine Şewnim, çocukluk aşkını ilk eylemde
görüyor ve bu eylemde de kaybediyor. Bir trajediyle bitirmek Kürt destanlarının
bir etkisi midir?
- Hikâyede her iki kahramanda şehit düşmeleri gerçek
hikayeye dayanıyor. Yoksa klasik anlamda romanı trajik bir şekilde bitirmeyi
amaçladığımdan değil. Şewnim’in şahadet biçimi ise, kurgu ürünüdür. Şewnim’in
Avaşin Suyunda Şehit düşmesi, Avaşinde şehit düşen bütün arkadaşlara atfen
yazdım.
- Şewnim’i nasıl biri?
- Şewnim’in babası çok eski bir
KDP peşmergesidir. Saddam zulmüne karşı da mücadele vermiş biridir. Annesi de
küçük yaşta ölüyor. Ailenin ekonomik durumundan kaynaklı Şewnim, pencere macunu
satmak zorunda kalan bir kız çocuğu. Kız çocuğu olarak bunu yapamıyor, bunun
için de erkek kılığına girip bu işi yapıyor. Onun ismi erkek arkadaşları
içerisinde Helmettir. Çocuk yaştayken erkek çocuğu olmanın ayrıcalığını görüyor.
Yine çocukken birlikte büyüdüğü bir arkadaşıyla bir aşk yaşamasın
rağmen, 14 yaşından itibaren yaşlı bir adamın 3. karsı olarak evlendiriliyor.
Şewnim, meraklı ve farklı arayışları olan biridir. Ama bir çıkış yolu da
bulamıyor. Şewnim eşinin baskısına dayanamıyor babasının evine gidiyor. Babası
hastadır konuşamıyor bile gözleriyle Kandıl dağlarını işaret ediyor. Şewnim
dağlara vurup geldiğinde günlerce yürüyor. Yolda, ‘ben neden kendimi yakmadım’
diyor. Ama Şewnim’in derin yaşama istemi de var. Bir şeyi arıyor ama ne
istediğini de kendisi de bilmiyor. Dağlarda bir gün eyleme giderken, çocukluk
aşkıyla karşılaşıyor. Bu eylemde arkadaşı şehit düşüyor.
- 7 yılık bir
hazırlık çalışması yürütmüşsünüz. Bu dönemde böyle olaylarla karşılaştınız mı?
- Süleymaniye’de kadın derneğine gitmiştim. Orda çok genç kadınları
gördüm. Biri kendini yakmış, yine kocası tarafında burnu kesilen bir kadını
gördüm. Irak’ın Maxmur nahiyesine gitmiştim. Yerli Maxmurlulardan bir kadının
kuyuya atılarak öldürüldüğünü söylediler. Neden şikâyette bulunmadıklarını
sorduğumda, bir kadın çok rahatlıkla şunu söyleyebildi: “Burada içinde kadın
bulunmayan bir kuyu yoktur.”
-Bu sadece Güney Kürdistan özgü bir durum
mu ?
-Elbette, Kürdistan’a ya da Kürdistan’ın bir parsına has bir durum
değildir. Kadınlar her yerde farklı yaşasa da sorunlar çoğunlukla benzerdir.
- İran ve Türkiye için de aynı gerçeklik söz konusu mu?
- Evet.
İnan’da, bir baba kızı birini sevdiği için meydanda boğazını kesti. Bunun gibi
acı olaylar çoktur. Türkiye’de 2006 kadın intihar bilânçolarına baktığımızda bir
kadın katliamı var. İntihar olayları, ya da intihar süsü verilen olaylar…
Bunlara karşı da çok ciddi refleks yok. Bu zihniyet kadını hala insan statüsünde
görmüyor. Küçük yaşta evlendirmek, eğitim olanaklarından yaralanamamak diz boyu.
Ayrıca İran’da nasıl ki fahişeliğin resmileştirmiş biçimi üç günlük evlilik ise,
güneyde de birçok insan, 6 ayda bir kızını para için evlendirebiliyor.
Bu topraklar nasıl ki anaerkil toplumun ilk yaşadığı yer ise, bundan
intikam alırcasına erkeğin en zalim ve karanlık yüzünün gösterdiği bir yer
haline gelmiş.
ANF
zenginlikler katıyor. Beritan Lelkan, ‘Şewnim’ adlı Kürtçe romanıyla Güney
Kürdistan’da kadınların dramını gözler önüne seriyor.
Gerillada okuma
yazma etkinlikleri ürünlerini de kısa sürede vermeye başladı. Kürtçe şiir ve
roman yazmaya yönelen gerilla edebiyatçıların, son iki yılda Kürtçe ağırlıklı
kitaplar yazmaya başladıklarını görmek mümkün.
1997 yılında gerilla saflarına
katılan ve dağlarda gerillacılığın yanısıra, edebiyat çalışmalarıyla da uğraşan
Beritan Lelkan, Kürtçe bir şiir kitabıyla edebiyata giriş yaptı. Gerillayı
yansıttığı kadar, toplumsal gerçekliği de işleyen Lelkan, ‘Şewnim’ adlı Kürtçe
romanıyla Güney Kürdistan’da yaşanan gerçek bir olaydan yola çıkarak Kürt
kadınlarının yaşadığı dramı gözler önüne seriyor.
Gerillada hayatını
kaybeden bir kadın gerillanın yaşamını konu alan roman gerilla Şewnim’ı
anlatıyor. Bir bölümü Şewnim’in gerilladaki yaşamını ve yaşanan kirli savaş
gerçeğini yansıtırken diğer bölümü sivil yaşamındaki trajediyi konu alıyor.
Edebiyat çalışmalarına ilişkin sorularımızı yanıtlayan Lelan, en son yazdığı
Şewnim romanın amacını şu sözlerle ifade ediyor: “Amacım, kadının dünyasını
yansıtmaktı. Şewnim’in hikayesi bir kadın gerillanın hikayesi olduğu kadar, aynı
zamanda bir kadın dramıdır da.”
- Kürtçe edebi yazılar yazma
eğilimlerinizi ne zaman keşfettiniz?
- Kürtçe yazmak bende her zaman bir
özlemdi. Geçen hafta aramızdan ayrılan Mehmed Uzun’la ilk İsveç’te görüşüp,
onunla tanıştığımızda roman yazarı olduğunu bile bilmiyordum. O zamanlar Kürtçe
yazıp çizmiyordum. Mehmed Uzun’la bir tartışmamız olmuştu. Kürtçe roman yazarı
olduğunu o zaman öğrenmiştim. O tartışmada bir gün Kürtçe bir kitap yazacağımı
söylemiştim. Ama bu sadece, bir hissedişti. Mehmed Uzun’la yaptığım tartışmadan
çok etkilenmiştim ve kitaplarını hep takip ettim. İnsan onun kitaplarını
okuyunca bir roman okuduğunu derinden hissedebiliyor.
-Son yıllarda
gerillada Kürtçe edebiyatın geliştiğini söylemek mümkün, bu gelişimi nasıl
yorumluyorsunuz?
- Ulusal kimliğimizi, realitemizi tamamlayan en önemli
unsur, dilimizdir. Binlerce yıl yürütülen baskıların ardından, direnmiş olan
yanımız dilimizdir. Edebiyat çalışmaları yürütmeden önce konuşmaya ağırlık
vererek başladım. Türkiye sisteminin getirdiği asimilasyon politikası, yasaklar,
yine eğitim ve öğrenimde Kürtçenin kullanılmaması gittikçe bizi Türkçe düşünmeye
zorladı. 94’lerden beri, ana dilimde düşünmek, dünyayı yorumlayabilmek, benim
için bir özlemdi. Hani böyle bir slogan da var: ‘Dilimizin sınırı, dünyamızın
sınırıdır” bu gerçekten böyledir. Dilimizi yasaklamakla, dünyamıza ve çocukluk
hayallerimize sınır getirildi.
- Yasakla bir dille edebiyat yapmanın
zorlukları nelerdir?
- Kürtçe, ana dilimdir. Ancak kendi ana dilimde
duygularımı bulabilirim. Kürtçeye dönüş yapmak kendini bulma istemiyle
bağlantılıdır. Kürtçe yazmaya gelince, salt ulusal duygularla ifade edebileceğim
bir duygu değildir. Ana dilimde yaşadığım duyguları ve iç dünyamı da ifade etmek
istiyordum. İnsan Kürtçe diline eğilmeye başladıkça ve inceledikçe, Kürtçenin
dişil karakterini ve dişil duygularını derinden hissedebiliyor. Bu kadar zengin
bir dile sahip olan bir ulusun, kendi dilinden kaçması ve kendi dilinden
utaarak, kendini insan sınıfında görmesi bir talihsizliktir. Bu durum bende bir
tepki de yaratmıştı. Ve kendime hep diyordum; bir insana Kürdüm dediğim zaman,
kendi dilimde rahat konuşabilmeliyim, yazabilmeliyim, hissedebilmeliyim. Ana
diliminin karşısında kendimi hep borçlu hissetim. Bu çalışmalarımda duygularımla
bir katkı sağlamak ve bir nebze de olsa borcumu ödemek istedim.
- Dağda
mı edebiyata başladınız. Kürdistan dağlarına gelmek edebiyat çalışmanızı nasıl
etkiledi?
- 1997’de gerillaya geldim. Ülkede birçok alanı gezdim. Kürtçe
edebi yazılar yazmak içimde bir biçimde saklıydı. Ülkede Kürtçe şiirler ve
yazılar yazıyordum. Kendi kendime bir söz vermiştim ki, olgunlaştığımı
hissettiğim anda yazmaya başlayacaktım. Yaklaşık 2 yıl önce bu zamanın geldiğini
ve bir yerden başlamak gerektiğini hissettim. Ülkede kendi insanlarımla daha
güçlü buluşma imkânlarım da oldu. Ülkede yaşamak beni duygu dünyama daha fazla
yakınlaştırdı. Deyim yerindeyse, ana dilime eğilmem bende bir kökleşmeyi de
yarattı. Niçe’nin’de böyle bir sözü var: “ Yükselmek istiyorsan, köklerine
sarılacaksın.” İnsan kendini ifade etmek, kimliğinin derinliğini çözmek
istedikçe, tarihine yönelme istemi daha fazla gelişiyor. İşte, o zaman kendi
geçmişine, kendi toprağına yöneliyor. Ben de ülkede Şiir yazmayı daha da
yoğunlaştırdım ve şiirlerimi de derleyip kitaplaştırdım. İlk Kürtçe şiirimi,
Türk ordusu tarafında yakılan Avyan köyü için yazmıştım. Köy viran edilmişti.
Köyü izlerken kalem aldım, Kürtçe düşünüp yazdığım ilk şiirim, “Bajarê Wêran”dı.
- Savaşların yoğun yaşadığı Botan, Behdinan’da kaldınız. Savaş
duygularınız üzerine nasıl bir etki bıraktı?
- Açıkça söylemem
gerekirse, ben gerillacılığa sadece bir savaş olgusu üzerine bakmıyorum. Kadının
dağlarda yaşaması ve doğa ile ilişkisi beni oldukça etkiliyor. Ama bu da bir
gerçeklik; savaş insanda bazı duyguları zirvede yaşatır. Örneğin; ölüm ve yaşama
istemi… Kendini koruma, doğayı daha yakından tanıma istemi var. Gerillada insan
daha fazla doğa ile iç içe yaşar. Gerillada, doğayı ne kadar tanırsan, doğa da
seni o kadar kucaklar ve seni korur. Yine egemenlik sistemin en çirkin yüzünün
gösterdiği savaş gerçeğinin içinde, en insani duygularını korumamanın ve en çok
özgürlüğe yakın olmanın biraz farkını koymaya çalıştım. Şiirde, örgütlü bir
biçimde yansıtmaktan çok, içsel bir duygu biçiminde yansımış. Yine kadın olmanın
da bundaki etkisinin olduğunu söylemeliyim.
- Romanınızda Güney
Kürdistan’dayaşanan gerçek bir öyküyü ele almışsınız. Roman yazma serüveninizden
bahseder misiniz?
- Kürt kadınların yaşadığı dram karşısında bu duyguyu
hep yaşadım. Kürt kadınların yaşadıkları dramı ve kahramanlığı anlatan Kürtçe
romanlarımız olmalı diye düşünüyordum sürekli. Özellikle Kandil alanına
geldikten sonra halkla daha fazla iç içe yaşadık. Güney Kadınların durumunu daha
yakından anlama imkanım oldu. Yine gerillaya katılan ve farklı hikâyeleri olan
kadın gerillalar da var. Önderlik güney için demişti, ‘Güney devrimi kadın
devrimidir’ bu söz benim dikkatimi çok çekti. Bu parçadan arkadaşlarla
diyaloglarımız oldu. Yine halkı daha yakında tanıma ve inceleme imkânımız oldu.
Erkekçe kadını değerlendiren zihniyetin yaratığı dramı kendi gözlerimle gördüm.
Bunun bir şekilde yansıtmak ve yazmak istedim. Roman çalışmamda, toplumsal
gerçekliği karakterlere yedirme yönünde eksik kalsam da yaşanları bir şekilde
vermek istedim.
Romanında hedefim daha çok kadının dünyasını
yansıtmaktı. Şewnim romanı, bir kadın gerillanın hikayesi olduğu kadar, aynı
zamanda tolumda yaşayan binlerce kadının dramıdır da. Çünkü kadının dünyaya bir
bakışı var. Her ne kadar bu bakış ortamlara göre ayarlansa da, kadının dünyaya
kendine özgü bir bakışı da var. Bir kadın olarak, kendi dünyamı topluma açmamda
Şaewnım bir adımdı.
- Gerilla edebiyatının daha çok yaşanmışlıklar ve
anılar üzerine geliştiğini görmek mümkün. Romanınız da gerçek bir öyküye
dayanıyor. Bunu dengbêjlik kültürünün etkisi olarak görmek mümkün mü?
-
Doğru. Dengbêjlik Kültürü ile yaşanan kahramanlık veya dramlar aktarılır.
Dengbêjlîk bizde derin bir kültürdür. Gerilla da anıların anlatımı ve gerçek
olaylardan yola çıkarak edebiyat yapmak, tesadüf değildir. Dengbêjlik edebiyatın
bir etkisidir. Romanda işlenen konular hepsi gerçek. Fakat onları kişileştirme,
zaman ve mekan konusunda tasarladığım yönler var.
- Romanınız, Şewnim’in
hayatını kaybetmesiyle başlıyor. Yine Şewnim, çocukluk aşkını ilk eylemde
görüyor ve bu eylemde de kaybediyor. Bir trajediyle bitirmek Kürt destanlarının
bir etkisi midir?
- Hikâyede her iki kahramanda şehit düşmeleri gerçek
hikayeye dayanıyor. Yoksa klasik anlamda romanı trajik bir şekilde bitirmeyi
amaçladığımdan değil. Şewnim’in şahadet biçimi ise, kurgu ürünüdür. Şewnim’in
Avaşin Suyunda Şehit düşmesi, Avaşinde şehit düşen bütün arkadaşlara atfen
yazdım.
- Şewnim’i nasıl biri?
- Şewnim’in babası çok eski bir
KDP peşmergesidir. Saddam zulmüne karşı da mücadele vermiş biridir. Annesi de
küçük yaşta ölüyor. Ailenin ekonomik durumundan kaynaklı Şewnim, pencere macunu
satmak zorunda kalan bir kız çocuğu. Kız çocuğu olarak bunu yapamıyor, bunun
için de erkek kılığına girip bu işi yapıyor. Onun ismi erkek arkadaşları
içerisinde Helmettir. Çocuk yaştayken erkek çocuğu olmanın ayrıcalığını görüyor.
Yine çocukken birlikte büyüdüğü bir arkadaşıyla bir aşk yaşamasın
rağmen, 14 yaşından itibaren yaşlı bir adamın 3. karsı olarak evlendiriliyor.
Şewnim, meraklı ve farklı arayışları olan biridir. Ama bir çıkış yolu da
bulamıyor. Şewnim eşinin baskısına dayanamıyor babasının evine gidiyor. Babası
hastadır konuşamıyor bile gözleriyle Kandıl dağlarını işaret ediyor. Şewnim
dağlara vurup geldiğinde günlerce yürüyor. Yolda, ‘ben neden kendimi yakmadım’
diyor. Ama Şewnim’in derin yaşama istemi de var. Bir şeyi arıyor ama ne
istediğini de kendisi de bilmiyor. Dağlarda bir gün eyleme giderken, çocukluk
aşkıyla karşılaşıyor. Bu eylemde arkadaşı şehit düşüyor.
- 7 yılık bir
hazırlık çalışması yürütmüşsünüz. Bu dönemde böyle olaylarla karşılaştınız mı?
- Süleymaniye’de kadın derneğine gitmiştim. Orda çok genç kadınları
gördüm. Biri kendini yakmış, yine kocası tarafında burnu kesilen bir kadını
gördüm. Irak’ın Maxmur nahiyesine gitmiştim. Yerli Maxmurlulardan bir kadının
kuyuya atılarak öldürüldüğünü söylediler. Neden şikâyette bulunmadıklarını
sorduğumda, bir kadın çok rahatlıkla şunu söyleyebildi: “Burada içinde kadın
bulunmayan bir kuyu yoktur.”
-Bu sadece Güney Kürdistan özgü bir durum
mu ?
-Elbette, Kürdistan’a ya da Kürdistan’ın bir parsına has bir durum
değildir. Kadınlar her yerde farklı yaşasa da sorunlar çoğunlukla benzerdir.
- İran ve Türkiye için de aynı gerçeklik söz konusu mu?
- Evet.
İnan’da, bir baba kızı birini sevdiği için meydanda boğazını kesti. Bunun gibi
acı olaylar çoktur. Türkiye’de 2006 kadın intihar bilânçolarına baktığımızda bir
kadın katliamı var. İntihar olayları, ya da intihar süsü verilen olaylar…
Bunlara karşı da çok ciddi refleks yok. Bu zihniyet kadını hala insan statüsünde
görmüyor. Küçük yaşta evlendirmek, eğitim olanaklarından yaralanamamak diz boyu.
Ayrıca İran’da nasıl ki fahişeliğin resmileştirmiş biçimi üç günlük evlilik ise,
güneyde de birçok insan, 6 ayda bir kızını para için evlendirebiliyor.
Bu topraklar nasıl ki anaerkil toplumun ilk yaşadığı yer ise, bundan
intikam alırcasına erkeğin en zalim ve karanlık yüzünün gösterdiği bir yer
haline gelmiş.
ANF