Zilan katliamının son tanıkları..
Zilan katliamının son tanıkları
Ağrı
yanıyordu. Bir yandan Bro, bir yandan Xoybun’un askeri İhsan Nuri, Türk
askerleriyle çarpışıyorlardı. Xoybun’un andı içilmişti: “Ümidinizi
kaybetmeyiniz! Kürdistan bağımsızlığına kavuşacak ve Kürt ulusu bahtiyar
olacaktır. Atalarımızın şu sözünü unutmayınız: ‘Bextê Romê Tüneye!’(Rom’un bahtı
yoktur)”
Ağrı’da ateş sönmeyince ve Zilan’da başkaldırı patlak verince,
Mustafa Kemal’in ordusu oraya yöneldi. Sonra 20. yüzyılın ilk toplu Kürt
katliamı olan Zilan Katliamı yapıldı. Yıl 1930… aylardan Haziran…
Dolunaylı bir gecede Zilan’nın vadilerinden atlılar koşturuyordu. Ağrı
Cumhuriyeti Generali İhsan Nuri bir ferman göndermiş Zilan’a, savaşçıların 4
Temmuzda harekete geçmelerini istiyor ve ekliyor: “Her şeyden bizi kesinlikle
haberdar edin.” Daha Haziranın 19’u ve Ağrı’nın hiçbir şeyden haberi yok.
Qeşqedağ eteklerinde 507 tane çadır kurulmuş… Çadırların 10’nundan fazlası
makkari marka tüfek ve mermiyle dolu… Diğerlerinde de savaşçılar kalıyor.
Akşam olduğunda teker teker atlara binip dağın eteğinde toplandılar…
Atlarının yönlerini çevirdiler. Yön Çakırbeg yönüydü… Şebabê Misto ile Bekirê
Qulîxan’ın destesi Çakırbeg üzerine gönderildi. Ve tarihte 1930 Zilan direnişi,
devletin deyimi ile Zeylan İsyanı olarak yer alan Kürt başkaldırısı, İhsan
Nuri’nin fermanda belirttiği 4 Temmuzu beklemeden yaklaşık 15 gün önceden, çok
zamansız bir şekilde başlamış oldu.
15. SEYYAR JANDARMA ALAYI VE
KUŞATILAN ŞEHİRLER
Sırasıyla Çakırbeg, Hesenevdal, Norşat karakollarında
konuşlanan 15. seyyar jandarma alayı askerlerine baskınlar düzenleyen Kürt
direnişçiler, alay namına bir şey kalmayınca, Erciş’i kuşattılar. Erciş Tayyare
Taburu ile bazı mahalleler alındı. İdris Erdinç ve kardeşi Süleyman Erdinç
adındaki şahıslar tarafından silahlandırılan Türkmenler, Kürt direnişçilere
karşı koyunca işler değişti. Van’dan gelen kara birlikleri ile Ağrı’dan kalkan
uçakların müdahalesiyle Kürt direnişçiler geri çekilmek zorunda kaldılar. Geri
çekilirken de Erciş Tayyare taburundaki el konulmuş uçakları ateşe verdiler.
Daha sonra Nadir Bey (Süphandağ) ile kardeşi Mehmet Bey tarafından Patnos
kuşatıldı fakat alınmadı. Bargıri yani Muradiye ise alındığı halde korunamadı.
Böylece Zilan, Ağrı Kürt Cumhuriyeti’ne dâhil edilemedi.
En önemlisi ise
bütün bunlar olurken Ağrı’daki direniş komitesinin hiçbir şeyden haberi yoktu.
Bu habersizliğin bedeli ağır olacaktı.
TÜRK ORDUSU ZİLAN’DA YANGIN
BOMBASI KULANDI
Türk ordusunun kitle imha silahlarını kullanma tarihi
1930 yılına kadar uzanır. Son yıllarda PKK gerillalarına karşı işlediği savaş ve
insanlık suçlarıyla gündeme gelen Türk ordusu, aynı yöntemleri 80 yıl önce de
Zilan’daki Kürt direnişçilere karşı kullanıyordu. Direnişçiler Zilan’a
çekilirken onları takip eden Türk uçakları gökten ölüm yağdırıyordu. Yere düşen
yangın bombaları, düştüğü yerle birlikte direnişçileri ve onlara iltica etmiş
olan sivilleri kömürleştiriyordu.
Nitekim dönemin Cumhuriyet gazetesi
bununla gurur duyuyordu: “Harp bu havalide pek müthiş şekilde cereyan etmekte…
Şakiler tayyarelerimizin ateş bombaları altında inlemekte…”
Uçaklar
sonra direnişçileri geçip Kürt köylerine yöneliyorlardı. Köylere ateş
yağdırıyorlardı. O günleri yaşayan mele Ahmet yıldız: ‘’Gök kızıldı ve bulutlar
ağlıyordu. Gözyaşları ise alev alevdi.” Diyordu… Bu mahşerden her canlı nasibini
alıyordu. Kürtler koyun kılığına bürünüyorlar’’ diye koyun sürüleri
bombalanıyordu. Ortasına bomba düşen koyun önce göğe savruluyor; sonra da yere
düşüyordu.
27 KÖY BOMBALANDI
Ankara, binlerce kişilik bir orduyu
Zilan’a gönderdi. Askerler Yekmal ve Arnês iskelelerinden Zilan’a ayak
bastıklarında, Erciş Tayyare Taburu’ndan kalkan uçakların attıkları bombaların
gümbürtüleri duyuluyordu. Patnos, Muradiye ve çaldıran sahalarında da 26 köy
havadan bombalandı. Zilan’da toplam 80’e yakın köy yakılıp yıkıldı. Zilan
vadisinin bütün giriş ve çıkışları tutuldu. Tenkil dedikleri katliamın boyutları
korkunçtu. Milisler bölgeyi avuçlarının içi gibi biliyorlardı, bölgedeki herkesi
tanıyorlardı. İlk etapta 1000’den fazla Kürt direnişçi öldürüldü. Temmuzdu, bazı
Kürt köyleri yaylalara çıkmışlardı bazı Kürt köyleri ise sırtlarını dağlara
dayamış, bekliyorlardı. Temmuzun eritici sıcağından alçak damlardaki kil,
balçığa dönüşmüştü. Çakırbeg’de dama çıkmış, ayakları yarısına kadar kil
balçığına batmış,
Şimdi yaklaşık 95 yaşında Hacı Şebab Kandemir o
günleri:‘’15 binden fazla kadın, çocuk ve yaşlı birbirlerine bağlanarak
mitralyöz ateşine tutuldular. Hamile kadınların karınlarındaki çocuklar
süngülendi. Ekinler yakıldı, su kuyularına beton döküldü’’ diyerek
anlatıyor.
Hacı Şebab Kandemir o günlerde daha çocuktu: “Köyün yanı
başındaki ormana sığındık. Kurtulduğumuzu, her şeyin bittiğini sanmıştık ama
yanılmıştık her şey yeni başlamıştı.”
Zilan’da tek bir canlı sağ
bırakılmayacaktı. Onun için yaylalara çıkmış Kürtler, ‘nüfus sayımı yapılacak’
diye geri çağrılıyordu. Geri dönen Kürtler kurşunlanıyordu. Hala hayatta olan
Cergeşin köyünden Übeyit Fidan: “Biz yayladan inerken (Komir köyü civarında)
askerler bize kurşun yağdırdılar, güzergâhımız derin bir vadi olduğu için
kurşunlar bize kadar ulaşamıyordu. Fakat Nazê‘nin oğlu Salih vuruldu. Salih
öldü. 4 yaşlarında falandı. Koşamıyordu ya Nazê onu sırtına almıştı. Nazê’nin
sırtında vuruldu. Salih öldü. Bırakıp kaçtık.”
Nazê 87 yaşında sürgünde
öldü… Öldüğünde bile hala Salih’i unutmamıştı. Hesenevdal, Adaxeybê, Mılk,
Newala Fedê, newala Kuştiya, Newala Bebo, Çakırbeg isimleri toplu katliamların
yapıldığı derin vadilerin isimleridir artık. Onlarca köyün ahalisi bu vadilere
toplanıyordu, beklemelerini söyleyip hemen yamaçlara çıkıyordu askerler ve
mitralyözler ateşleniyordu.
O günlerde daha çocuk olan ve aldığı süngü
darbesini hayatı boyunca taşıyan Heci Heyder Özer katliamdan sağ kurtulanlardan
biriydi: ‘’Hepimiz oturduk. Bir kaç kız çocuğu beştaş oynuyorlardı, bazı
çocuklar da mendil oyunu oynuyorlardı, hepsi de şen şakraktı. Tepelere xefif
makineleri (mitralyöz) kurdular, yönlerini bize çevirdiler… İnsanların
kafatasları vücutlarından kopup havaya uçuyorlardı, sonrada yağmur gibi
gökyüzünden üzerimize et parçaları düşüyordu. Çığlıklar kesildikten sonra
mitralyözler de durdu. Asker dağa vurup gitti” diyordu.
Katliamdan sağ
kurtulan diğer bir tanık ise Reşit Akmaz’dı: “800, belki de 1000’den fazlaydık.
Bizi teker teker tahta köprünün
üzerinden karşıya geçirdiler. Hiç unutmam, 10 yaşlarında bir erkek çocuk oynaya
oynaya güle güle yanımızda yürüyordu. Adaxeybê vadisine geldiğimizde, Birden bir
ses yükseldi: ‘Ateş serbest!’diye. Yağmur gibi üzerimize mermi yağdı. Çığlıklar,
Allahu ekberler, Kelime-i Şehaddetler, ağlamalar, inlemeler, bebek sesleri,
çocuk ağlamaları birbirine karıştı.”
ZİLAN KASABI ALBAY
DERVİŞ
Zilan katliamının komutası albay Derviş’teydi. 1886 yılında
Vardar’a bağlı (Makedonya sınırları içinde) Yenice’de doğdu. Son görev yeri
Erzincan’dı. Erzincan’dan Malazgirt hattı üzerinden Zilan’a geldi. Rütbesi
Albay’dı. Zilan’da malum katliamı gerçekleştirdikten sonra, 30 Ağustos 1930’da
rütbesi generalliğe yükseltildi. Madalya ile ödüllendirildi. 1932’de öldü. Kemal
Derviş’in akrabası, Dersim kasabı Abdullah Alpdoğan’ın bacanağı, Koçgiri kasabı
sakallı Nurettin Paşa’nın damadıydı. Sağ kurtulan çocukların öldürülmesini
istiyordu.
Erciş’in Ziyareta Baso köyünden Hüseyin Yıldız, katliam
döneminde 7. Kolordu’nun bünyesinde Diyarbakır’da asker olduğunu söylüyordu. 7.
Kolordu, başkaldırıyı bastırmakla görevli 9. Kolordu’ya takviye birlikler
gönderir. Bu birliklerin içinde Hüseyin Yıldız da vardır. Hüseyin Yıldız yerli
er olduğu için Derviş Bey alayına verilir.
Çakırbeg (Çakırbey) köyünde
şahit olduğu insanlık dışı bir öldürme olayını hayatı boyunca unutmadı: “Derviş
Bey: ‘İçinizde bu kadının karnını deşip piçini çıkaracak bir gönüllü biri
çıksın!’ diye bağırdı. Birkaç kez seslendi, askerlerden bir ses çıkmadı. Bunun
üzerine, bu işi gerçekleştirecek kişiye kırk gün mükâfat izni var dedi. Bir
asker gönüllü olarak çıktı, iki kolundan kıskıvrak tutulmuş zavallı kadının
karnını sün¬güyle yardı. Kadıncağız hemen öldü. Çocuk yaşıyordu. Derviş Bey:
‘Bakın bakalım piç, erkek mi kız mı?’ di¬ye sordu. Asker: ‘Erkek!’ diye
cevapladı. Derviş Bey: ‘O piçin erkek olduğunu tahmin etmiştim’ dedi. Asker
çocuğu da süngüleyip öldürdü.”
MİLİS ZULMÜ
Bütün bu katliamlara
milisler de bizzat iştirak etmişlerdi, Milis süvari kumandanı Süleyman Bey
(Erdinç) ve kravatlı, boynunda dürbünüyle Ağabey lakaplı idris (Erdinç), parlak
çizmeleriyle Sidîqê Heso ile Feto. Askerlerle birlikte katliamı
gerçekleştirdikten sonra milisler, köylülerin bütün mallarına el koyuyorlardı.
Bütün aşiretleri yakından tanıyorlardı. Aileleri ve aralarındaki bağları
ayrıntılı bir şekilde Derviş Bey ile İbrahim Bey’e anlatıyorlardı. Sağ
kurtulanlara musallat olmuşlardı. Arkalarında yine çoğunluğu Ercişli
Türkmenlerden oluşan bir milis ordusu vardı: İdris (Erdinç), Süleyman (Erdinç),
Sidîqê Heso, Feto, Seydkili Şerifê Telal, Eliyê Evdi (çêloyi), Helîm Xoce (Helîm
çelebi), Şeyh Taho (Şêx Tahir), Memê Hemze, Cindo, Refo (Nalbantoğlu), Mehmet
Turan, Şewketê Wani (Vanlı şevket efendi), Muştak Efendi (Çavuşoğullarının
Dedeleri), Abdullah Efendi, Hacı Ali (Albayrak), Ali Ağa (nazlı), Dahar Ağa
(Xerginli), Purulli Mecit Efendi (Gazioğlu), Fırıncı Mevlüt (Hançer),Zortullu
Murat Bey, Kasap Şerif Ağa (Bakak), muhtar Mevlüt Efendi (Aydın), Paketçi Şevket
(Ceylan), Saracın Recep (Saraçoğlu), İmam Mehmet Efendi (Sancak),
Ömer
Ağa (Kasımbağlı) ve adlarını sıralasak sayfaları dolduracak olan Xergin, Pülur,
Pülumark, Yekmal ve Erciş yerli Türkmenleri…
TECAVÜZE UĞRAYAN, YAKILAN
CENAZELER
Zilan’dan getirilen esirler, gündüz şehir camisine kapatılırdı.
Akşam oldu mu Örene, Heyderbeg, Êrşat yolu kenarında kurşuna dizilirlerdi. Yeni
bir yer bulundu. Aşê Davuda… Mevsim yazdır. Erciş de
yemyeşildir.
Xerginli Misto Van Gölü’nün masmavi sahilinden baktığında
iki rengin uyumsuzluğunu çok iyi görebiliyormuş. Çocukmuş. Aklında kalan tek şey
de bu olmuş. Heci Şebab Kandemir de o günlerde daha çocukmuş, ceset gördükçe
annesi gözlerini kapatmış: “Seyid camisinden Êrşat mezarlığına kadar yolun her
iki tarafı kurşuna dizilmiş insan cesetleriyle doluydu. Yazın başlarıydı.
Kanları toprağın üzerinde simsiyah bir tabaka oluşturmuştu; annem yine gözlerimi
kapattı. Korkmamam için… Erciş’in büyük camisi (Kara Yusuf Cami) var ya işte
orasını cezaevi olarak kullanıyorlardı. Askerler Gelîyê Zilan’daki insanları
gündüz getirip bu camiye kapatıyorlardı. Akşam olunca da götürüp öldürüyorlardı.
Aşê Davuda’da ve Aşê keşiş’e götürüp öldürüyorlardı. Heyderbeg (Haydarbey) yolu
üzerinde öldürüyorlardı. Örene (Wêrane) yolu üzerinde öldürüyorlardı. Yekmal
yolu üzerinde öldürüyorlardı. Bu şekilde abartısız günde 200 kişiyi
öldürüyorlardı. Esir kafileleri Erciş’e getirildiği zaman benle ailem de
içndeydik. Êrşat köyüne geldiğimizde bazı evler yakılmıştı. Hala
yanıyorlardı.işte bu ateşin içine cesetleri atıyordu askerler.cenazeleri
yakıyorlardı.”
Diğer bir tanık ise mele Ahmet Yıldızdı: ‘’Aşê Davuda
ceset doluydu, Ağustos sıcağında cesetler şişmiş, kokuyordu. Askerler, genç kız
ve kadınların cesetlerine tecavüz ediyorlardı: “Aşê Davuda (Davutlar değirmeni),
Erciş kız yatılı ilköğretim bölge okulunun bulunduğu yerdir, Van –Erciş yolu
üzerinde bulunuyor ya. En büyük toplu katliamlardan bir de orda yapıldı. ben o
zamanlarda. Askerlere erzak taşırdım. Birkaç defa Aşê Davuda’da kamp kurmuş olan
askerlere erzak götürdüm; kendi gözlerimle gördüm. Cenazeleri üstü üste kule
şeklinde yığmışlardı. Hiç unutmam, askerler cenazelerin arasına girip güzel
kadın ve kızların cesetlerine tecavüz ediyorlardı.”
REŞO DAĞLARIN
PİRİ
Reşo ismi, halkın sempatisinden dolayı kısalttığı Reşit isminden
gelir. Babasının ismi Süleyman’dır. Onun için de Reşê Silo diye anılır. Şeyh
Sait İsyanı’ndan sonra gündeme gelen 1926 sürgününde Batı Anadolu’ya gönderilmek
istenmiş, o da Bekirê Qulîxan gibi beylerle birlikte dağa çıkmıştı. O günden
sonra da bir daha Zilan dağlarından inmedi. Zilan İsyanı vahşi bir katliamla
sonuçlanınca, eşi Zeyno’nun öldürüleceğini hesap ederek onu yanına aldı. Zeyno
da en az Reşo kadar cesaretli ve yiğitti. Reşo adamlarıyla birlikte 1931’in
kışına kadar direnir, Zilan bölgesi boşalttığı için Reşo’ya bağlı direnişçiler
arasında açlık başlar. Bunun üzerine Reşo birkaç akrabasıyla karısı Zeyno ile
Zeyno’nun iki kardeşini yanına alarak Tendürek dağı yakınlarındaki Devetaş
mevkisine çekilir. Reşoyê Silo, Zilan’daki Çakırbeg karakol baskınına katılan
direnişçilerden biriydi. Yöredeki pek çok çatışmalarda Nadir Beyin yanında yer
alan Reşo, Ağrı dağındaki direniş merkezinin dağılmasıyla birlikte sınırdaki
dağlarda faaliyetlerini sürdürdü.
Reşo bir efsaneydi.1931 kışında,
Reşo’nun Devetaş adında bir mağarada olduğunu duyan Türk askeri, milisler
eşliğinde bölgeye operasyon düzenlerler. Reşo’nun silahı tutukluluk yapar. Reşo
esir düşer. Askerlerin önünü düşüp mağaraya giderler. Tek derdi eşi Zeyno’dur.
O günü milis Şükrü Yardımcı İbrahim Bey şöyle anlatıyor: ‘Söz Reşo,
gidelim eşin Zeyno da teslim olsun, size dokunmayacağım.’ Reşo önde biz arkada,
Zeyno’nun saklandığı Tendürek dağındaki Devetaş mağarasına gittik. Mağarayı
sardığımızda Zeyno bizi fark etti. Bir anda üzerimize kurşun yağdırdı. Reşo
dayanmadı; ‘Zeyno beni yakaladılar, bundan sonrası fayda etmez, silahını
bırak’diye bağırdı. Bunun üzerine Zeyno da: ‘Hani sen Emer ailesinin yiğidiydin,
ölürüm de teslim olmam diyordun? Ne oldu, neden teslim oldun?’Reşo da: ‘Zeyno
ben teslim olmadım, tüfeğim bana hainlik etti. Yoksa teslim olmazdım, bensiz mi
savaşacaksın?’ Bu sözler üzerine Zeyno mağaradan çıkıp, tüfeğini yere attı.
İbrahim Bey sordu: ‘Zeyno bak işte seni de, kocanı da yakaladım. Şimdi söyle
bakalım ben mi yiğidim yoksa kocan Reşit Bey mi?’ Zeyno gülerek: ‘Sen Reşit
beyin köpeği bile olamazsın. Bizi öldüreceksin biliyorum. Reşit beyin tüfeğini
geri ver, 20 metre uzaklaşalım öyle vur’ dedi ve devam etti: ‘Emrinde yüzlerce
asker ve milis var ve arkanda da bir devlet var. Benim kocamın da sadece bir
tüfeği var. O tüfek de hainlik etti.’ Dedi ikisi de öldürüldü ”
Reşo
efsanesi bitmemişti, yeni başlamıştı. Dengbêj Şakiro, Reşo’yu da stranlaştırdı.
Bu stran da dilden dile dolaştı. Elime geçen fotoğraflar, sadece Reşo’nun
katline ışık tutmuyor. Aynı zamanda bütün bir katliamın en net tanığı…yıllar
sonra eski bir asker, İran’dan Reşonun ailesine bir mektup ile bir fotoğraf
göndermişti… Mektup Arap harfleriyle yazılıydı… Mektupta Reşo’nun katline dair
birkaç ayrıntı daha vardı : “İbrahim Bey Reşo’ya sordu:
-Seni nasıl
öldürmemi istiyorsun?Reşo da:-Tüfeğim tutukluluk yaptı, o tüfeği ağzıma sık…
dedi
Reşo’ydu. Ağzından kan geliyordu… Üzerinde pahalı olduğu ve İran’dan
alındığı beli olan İngiliz kumaşından elbiseler vardı. Temiz yüzlü, saçları
taralı bu direnişçinin kafasını keserlerken saçına bir de bez bağladılar, saçı
yüzüne dükümlesin, herkes onu tanısın diye… Aynı şeyi ondan önce Beşiri’de
Yado’ya, ondan sonra da Dersim’de Alişer’e yapıldı… Yani kafaları
kesildi…
ANF NEWS AGENCY
Zilan katliamının son tanıkları
Ağrı
yanıyordu. Bir yandan Bro, bir yandan Xoybun’un askeri İhsan Nuri, Türk
askerleriyle çarpışıyorlardı. Xoybun’un andı içilmişti: “Ümidinizi
kaybetmeyiniz! Kürdistan bağımsızlığına kavuşacak ve Kürt ulusu bahtiyar
olacaktır. Atalarımızın şu sözünü unutmayınız: ‘Bextê Romê Tüneye!’(Rom’un bahtı
yoktur)”
Ağrı’da ateş sönmeyince ve Zilan’da başkaldırı patlak verince,
Mustafa Kemal’in ordusu oraya yöneldi. Sonra 20. yüzyılın ilk toplu Kürt
katliamı olan Zilan Katliamı yapıldı. Yıl 1930… aylardan Haziran…
Dolunaylı bir gecede Zilan’nın vadilerinden atlılar koşturuyordu. Ağrı
Cumhuriyeti Generali İhsan Nuri bir ferman göndermiş Zilan’a, savaşçıların 4
Temmuzda harekete geçmelerini istiyor ve ekliyor: “Her şeyden bizi kesinlikle
haberdar edin.” Daha Haziranın 19’u ve Ağrı’nın hiçbir şeyden haberi yok.
Qeşqedağ eteklerinde 507 tane çadır kurulmuş… Çadırların 10’nundan fazlası
makkari marka tüfek ve mermiyle dolu… Diğerlerinde de savaşçılar kalıyor.
Akşam olduğunda teker teker atlara binip dağın eteğinde toplandılar…
Atlarının yönlerini çevirdiler. Yön Çakırbeg yönüydü… Şebabê Misto ile Bekirê
Qulîxan’ın destesi Çakırbeg üzerine gönderildi. Ve tarihte 1930 Zilan direnişi,
devletin deyimi ile Zeylan İsyanı olarak yer alan Kürt başkaldırısı, İhsan
Nuri’nin fermanda belirttiği 4 Temmuzu beklemeden yaklaşık 15 gün önceden, çok
zamansız bir şekilde başlamış oldu.
15. SEYYAR JANDARMA ALAYI VE
KUŞATILAN ŞEHİRLER
Sırasıyla Çakırbeg, Hesenevdal, Norşat karakollarında
konuşlanan 15. seyyar jandarma alayı askerlerine baskınlar düzenleyen Kürt
direnişçiler, alay namına bir şey kalmayınca, Erciş’i kuşattılar. Erciş Tayyare
Taburu ile bazı mahalleler alındı. İdris Erdinç ve kardeşi Süleyman Erdinç
adındaki şahıslar tarafından silahlandırılan Türkmenler, Kürt direnişçilere
karşı koyunca işler değişti. Van’dan gelen kara birlikleri ile Ağrı’dan kalkan
uçakların müdahalesiyle Kürt direnişçiler geri çekilmek zorunda kaldılar. Geri
çekilirken de Erciş Tayyare taburundaki el konulmuş uçakları ateşe verdiler.
Daha sonra Nadir Bey (Süphandağ) ile kardeşi Mehmet Bey tarafından Patnos
kuşatıldı fakat alınmadı. Bargıri yani Muradiye ise alındığı halde korunamadı.
Böylece Zilan, Ağrı Kürt Cumhuriyeti’ne dâhil edilemedi.
En önemlisi ise
bütün bunlar olurken Ağrı’daki direniş komitesinin hiçbir şeyden haberi yoktu.
Bu habersizliğin bedeli ağır olacaktı.
TÜRK ORDUSU ZİLAN’DA YANGIN
BOMBASI KULANDI
Türk ordusunun kitle imha silahlarını kullanma tarihi
1930 yılına kadar uzanır. Son yıllarda PKK gerillalarına karşı işlediği savaş ve
insanlık suçlarıyla gündeme gelen Türk ordusu, aynı yöntemleri 80 yıl önce de
Zilan’daki Kürt direnişçilere karşı kullanıyordu. Direnişçiler Zilan’a
çekilirken onları takip eden Türk uçakları gökten ölüm yağdırıyordu. Yere düşen
yangın bombaları, düştüğü yerle birlikte direnişçileri ve onlara iltica etmiş
olan sivilleri kömürleştiriyordu.
Nitekim dönemin Cumhuriyet gazetesi
bununla gurur duyuyordu: “Harp bu havalide pek müthiş şekilde cereyan etmekte…
Şakiler tayyarelerimizin ateş bombaları altında inlemekte…”
Uçaklar
sonra direnişçileri geçip Kürt köylerine yöneliyorlardı. Köylere ateş
yağdırıyorlardı. O günleri yaşayan mele Ahmet yıldız: ‘’Gök kızıldı ve bulutlar
ağlıyordu. Gözyaşları ise alev alevdi.” Diyordu… Bu mahşerden her canlı nasibini
alıyordu. Kürtler koyun kılığına bürünüyorlar’’ diye koyun sürüleri
bombalanıyordu. Ortasına bomba düşen koyun önce göğe savruluyor; sonra da yere
düşüyordu.
27 KÖY BOMBALANDI
Ankara, binlerce kişilik bir orduyu
Zilan’a gönderdi. Askerler Yekmal ve Arnês iskelelerinden Zilan’a ayak
bastıklarında, Erciş Tayyare Taburu’ndan kalkan uçakların attıkları bombaların
gümbürtüleri duyuluyordu. Patnos, Muradiye ve çaldıran sahalarında da 26 köy
havadan bombalandı. Zilan’da toplam 80’e yakın köy yakılıp yıkıldı. Zilan
vadisinin bütün giriş ve çıkışları tutuldu. Tenkil dedikleri katliamın boyutları
korkunçtu. Milisler bölgeyi avuçlarının içi gibi biliyorlardı, bölgedeki herkesi
tanıyorlardı. İlk etapta 1000’den fazla Kürt direnişçi öldürüldü. Temmuzdu, bazı
Kürt köyleri yaylalara çıkmışlardı bazı Kürt köyleri ise sırtlarını dağlara
dayamış, bekliyorlardı. Temmuzun eritici sıcağından alçak damlardaki kil,
balçığa dönüşmüştü. Çakırbeg’de dama çıkmış, ayakları yarısına kadar kil
balçığına batmış,
Şimdi yaklaşık 95 yaşında Hacı Şebab Kandemir o
günleri:‘’15 binden fazla kadın, çocuk ve yaşlı birbirlerine bağlanarak
mitralyöz ateşine tutuldular. Hamile kadınların karınlarındaki çocuklar
süngülendi. Ekinler yakıldı, su kuyularına beton döküldü’’ diyerek
anlatıyor.
Hacı Şebab Kandemir o günlerde daha çocuktu: “Köyün yanı
başındaki ormana sığındık. Kurtulduğumuzu, her şeyin bittiğini sanmıştık ama
yanılmıştık her şey yeni başlamıştı.”
Zilan’da tek bir canlı sağ
bırakılmayacaktı. Onun için yaylalara çıkmış Kürtler, ‘nüfus sayımı yapılacak’
diye geri çağrılıyordu. Geri dönen Kürtler kurşunlanıyordu. Hala hayatta olan
Cergeşin köyünden Übeyit Fidan: “Biz yayladan inerken (Komir köyü civarında)
askerler bize kurşun yağdırdılar, güzergâhımız derin bir vadi olduğu için
kurşunlar bize kadar ulaşamıyordu. Fakat Nazê‘nin oğlu Salih vuruldu. Salih
öldü. 4 yaşlarında falandı. Koşamıyordu ya Nazê onu sırtına almıştı. Nazê’nin
sırtında vuruldu. Salih öldü. Bırakıp kaçtık.”
Nazê 87 yaşında sürgünde
öldü… Öldüğünde bile hala Salih’i unutmamıştı. Hesenevdal, Adaxeybê, Mılk,
Newala Fedê, newala Kuştiya, Newala Bebo, Çakırbeg isimleri toplu katliamların
yapıldığı derin vadilerin isimleridir artık. Onlarca köyün ahalisi bu vadilere
toplanıyordu, beklemelerini söyleyip hemen yamaçlara çıkıyordu askerler ve
mitralyözler ateşleniyordu.
O günlerde daha çocuk olan ve aldığı süngü
darbesini hayatı boyunca taşıyan Heci Heyder Özer katliamdan sağ kurtulanlardan
biriydi: ‘’Hepimiz oturduk. Bir kaç kız çocuğu beştaş oynuyorlardı, bazı
çocuklar da mendil oyunu oynuyorlardı, hepsi de şen şakraktı. Tepelere xefif
makineleri (mitralyöz) kurdular, yönlerini bize çevirdiler… İnsanların
kafatasları vücutlarından kopup havaya uçuyorlardı, sonrada yağmur gibi
gökyüzünden üzerimize et parçaları düşüyordu. Çığlıklar kesildikten sonra
mitralyözler de durdu. Asker dağa vurup gitti” diyordu.
Katliamdan sağ
kurtulan diğer bir tanık ise Reşit Akmaz’dı: “800, belki de 1000’den fazlaydık.
Bizi teker teker tahta köprünün
üzerinden karşıya geçirdiler. Hiç unutmam, 10 yaşlarında bir erkek çocuk oynaya
oynaya güle güle yanımızda yürüyordu. Adaxeybê vadisine geldiğimizde, Birden bir
ses yükseldi: ‘Ateş serbest!’diye. Yağmur gibi üzerimize mermi yağdı. Çığlıklar,
Allahu ekberler, Kelime-i Şehaddetler, ağlamalar, inlemeler, bebek sesleri,
çocuk ağlamaları birbirine karıştı.”
ZİLAN KASABI ALBAY
DERVİŞ
Zilan katliamının komutası albay Derviş’teydi. 1886 yılında
Vardar’a bağlı (Makedonya sınırları içinde) Yenice’de doğdu. Son görev yeri
Erzincan’dı. Erzincan’dan Malazgirt hattı üzerinden Zilan’a geldi. Rütbesi
Albay’dı. Zilan’da malum katliamı gerçekleştirdikten sonra, 30 Ağustos 1930’da
rütbesi generalliğe yükseltildi. Madalya ile ödüllendirildi. 1932’de öldü. Kemal
Derviş’in akrabası, Dersim kasabı Abdullah Alpdoğan’ın bacanağı, Koçgiri kasabı
sakallı Nurettin Paşa’nın damadıydı. Sağ kurtulan çocukların öldürülmesini
istiyordu.
Erciş’in Ziyareta Baso köyünden Hüseyin Yıldız, katliam
döneminde 7. Kolordu’nun bünyesinde Diyarbakır’da asker olduğunu söylüyordu. 7.
Kolordu, başkaldırıyı bastırmakla görevli 9. Kolordu’ya takviye birlikler
gönderir. Bu birliklerin içinde Hüseyin Yıldız da vardır. Hüseyin Yıldız yerli
er olduğu için Derviş Bey alayına verilir.
Çakırbeg (Çakırbey) köyünde
şahit olduğu insanlık dışı bir öldürme olayını hayatı boyunca unutmadı: “Derviş
Bey: ‘İçinizde bu kadının karnını deşip piçini çıkaracak bir gönüllü biri
çıksın!’ diye bağırdı. Birkaç kez seslendi, askerlerden bir ses çıkmadı. Bunun
üzerine, bu işi gerçekleştirecek kişiye kırk gün mükâfat izni var dedi. Bir
asker gönüllü olarak çıktı, iki kolundan kıskıvrak tutulmuş zavallı kadının
karnını sün¬güyle yardı. Kadıncağız hemen öldü. Çocuk yaşıyordu. Derviş Bey:
‘Bakın bakalım piç, erkek mi kız mı?’ di¬ye sordu. Asker: ‘Erkek!’ diye
cevapladı. Derviş Bey: ‘O piçin erkek olduğunu tahmin etmiştim’ dedi. Asker
çocuğu da süngüleyip öldürdü.”
MİLİS ZULMÜ
Bütün bu katliamlara
milisler de bizzat iştirak etmişlerdi, Milis süvari kumandanı Süleyman Bey
(Erdinç) ve kravatlı, boynunda dürbünüyle Ağabey lakaplı idris (Erdinç), parlak
çizmeleriyle Sidîqê Heso ile Feto. Askerlerle birlikte katliamı
gerçekleştirdikten sonra milisler, köylülerin bütün mallarına el koyuyorlardı.
Bütün aşiretleri yakından tanıyorlardı. Aileleri ve aralarındaki bağları
ayrıntılı bir şekilde Derviş Bey ile İbrahim Bey’e anlatıyorlardı. Sağ
kurtulanlara musallat olmuşlardı. Arkalarında yine çoğunluğu Ercişli
Türkmenlerden oluşan bir milis ordusu vardı: İdris (Erdinç), Süleyman (Erdinç),
Sidîqê Heso, Feto, Seydkili Şerifê Telal, Eliyê Evdi (çêloyi), Helîm Xoce (Helîm
çelebi), Şeyh Taho (Şêx Tahir), Memê Hemze, Cindo, Refo (Nalbantoğlu), Mehmet
Turan, Şewketê Wani (Vanlı şevket efendi), Muştak Efendi (Çavuşoğullarının
Dedeleri), Abdullah Efendi, Hacı Ali (Albayrak), Ali Ağa (nazlı), Dahar Ağa
(Xerginli), Purulli Mecit Efendi (Gazioğlu), Fırıncı Mevlüt (Hançer),Zortullu
Murat Bey, Kasap Şerif Ağa (Bakak), muhtar Mevlüt Efendi (Aydın), Paketçi Şevket
(Ceylan), Saracın Recep (Saraçoğlu), İmam Mehmet Efendi (Sancak),
Ömer
Ağa (Kasımbağlı) ve adlarını sıralasak sayfaları dolduracak olan Xergin, Pülur,
Pülumark, Yekmal ve Erciş yerli Türkmenleri…
TECAVÜZE UĞRAYAN, YAKILAN
CENAZELER
Zilan’dan getirilen esirler, gündüz şehir camisine kapatılırdı.
Akşam oldu mu Örene, Heyderbeg, Êrşat yolu kenarında kurşuna dizilirlerdi. Yeni
bir yer bulundu. Aşê Davuda… Mevsim yazdır. Erciş de
yemyeşildir.
Xerginli Misto Van Gölü’nün masmavi sahilinden baktığında
iki rengin uyumsuzluğunu çok iyi görebiliyormuş. Çocukmuş. Aklında kalan tek şey
de bu olmuş. Heci Şebab Kandemir de o günlerde daha çocukmuş, ceset gördükçe
annesi gözlerini kapatmış: “Seyid camisinden Êrşat mezarlığına kadar yolun her
iki tarafı kurşuna dizilmiş insan cesetleriyle doluydu. Yazın başlarıydı.
Kanları toprağın üzerinde simsiyah bir tabaka oluşturmuştu; annem yine gözlerimi
kapattı. Korkmamam için… Erciş’in büyük camisi (Kara Yusuf Cami) var ya işte
orasını cezaevi olarak kullanıyorlardı. Askerler Gelîyê Zilan’daki insanları
gündüz getirip bu camiye kapatıyorlardı. Akşam olunca da götürüp öldürüyorlardı.
Aşê Davuda’da ve Aşê keşiş’e götürüp öldürüyorlardı. Heyderbeg (Haydarbey) yolu
üzerinde öldürüyorlardı. Örene (Wêrane) yolu üzerinde öldürüyorlardı. Yekmal
yolu üzerinde öldürüyorlardı. Bu şekilde abartısız günde 200 kişiyi
öldürüyorlardı. Esir kafileleri Erciş’e getirildiği zaman benle ailem de
içndeydik. Êrşat köyüne geldiğimizde bazı evler yakılmıştı. Hala
yanıyorlardı.işte bu ateşin içine cesetleri atıyordu askerler.cenazeleri
yakıyorlardı.”
Diğer bir tanık ise mele Ahmet Yıldızdı: ‘’Aşê Davuda
ceset doluydu, Ağustos sıcağında cesetler şişmiş, kokuyordu. Askerler, genç kız
ve kadınların cesetlerine tecavüz ediyorlardı: “Aşê Davuda (Davutlar değirmeni),
Erciş kız yatılı ilköğretim bölge okulunun bulunduğu yerdir, Van –Erciş yolu
üzerinde bulunuyor ya. En büyük toplu katliamlardan bir de orda yapıldı. ben o
zamanlarda. Askerlere erzak taşırdım. Birkaç defa Aşê Davuda’da kamp kurmuş olan
askerlere erzak götürdüm; kendi gözlerimle gördüm. Cenazeleri üstü üste kule
şeklinde yığmışlardı. Hiç unutmam, askerler cenazelerin arasına girip güzel
kadın ve kızların cesetlerine tecavüz ediyorlardı.”
REŞO DAĞLARIN
PİRİ
Reşo ismi, halkın sempatisinden dolayı kısalttığı Reşit isminden
gelir. Babasının ismi Süleyman’dır. Onun için de Reşê Silo diye anılır. Şeyh
Sait İsyanı’ndan sonra gündeme gelen 1926 sürgününde Batı Anadolu’ya gönderilmek
istenmiş, o da Bekirê Qulîxan gibi beylerle birlikte dağa çıkmıştı. O günden
sonra da bir daha Zilan dağlarından inmedi. Zilan İsyanı vahşi bir katliamla
sonuçlanınca, eşi Zeyno’nun öldürüleceğini hesap ederek onu yanına aldı. Zeyno
da en az Reşo kadar cesaretli ve yiğitti. Reşo adamlarıyla birlikte 1931’in
kışına kadar direnir, Zilan bölgesi boşalttığı için Reşo’ya bağlı direnişçiler
arasında açlık başlar. Bunun üzerine Reşo birkaç akrabasıyla karısı Zeyno ile
Zeyno’nun iki kardeşini yanına alarak Tendürek dağı yakınlarındaki Devetaş
mevkisine çekilir. Reşoyê Silo, Zilan’daki Çakırbeg karakol baskınına katılan
direnişçilerden biriydi. Yöredeki pek çok çatışmalarda Nadir Beyin yanında yer
alan Reşo, Ağrı dağındaki direniş merkezinin dağılmasıyla birlikte sınırdaki
dağlarda faaliyetlerini sürdürdü.
Reşo bir efsaneydi.1931 kışında,
Reşo’nun Devetaş adında bir mağarada olduğunu duyan Türk askeri, milisler
eşliğinde bölgeye operasyon düzenlerler. Reşo’nun silahı tutukluluk yapar. Reşo
esir düşer. Askerlerin önünü düşüp mağaraya giderler. Tek derdi eşi Zeyno’dur.
O günü milis Şükrü Yardımcı İbrahim Bey şöyle anlatıyor: ‘Söz Reşo,
gidelim eşin Zeyno da teslim olsun, size dokunmayacağım.’ Reşo önde biz arkada,
Zeyno’nun saklandığı Tendürek dağındaki Devetaş mağarasına gittik. Mağarayı
sardığımızda Zeyno bizi fark etti. Bir anda üzerimize kurşun yağdırdı. Reşo
dayanmadı; ‘Zeyno beni yakaladılar, bundan sonrası fayda etmez, silahını
bırak’diye bağırdı. Bunun üzerine Zeyno da: ‘Hani sen Emer ailesinin yiğidiydin,
ölürüm de teslim olmam diyordun? Ne oldu, neden teslim oldun?’Reşo da: ‘Zeyno
ben teslim olmadım, tüfeğim bana hainlik etti. Yoksa teslim olmazdım, bensiz mi
savaşacaksın?’ Bu sözler üzerine Zeyno mağaradan çıkıp, tüfeğini yere attı.
İbrahim Bey sordu: ‘Zeyno bak işte seni de, kocanı da yakaladım. Şimdi söyle
bakalım ben mi yiğidim yoksa kocan Reşit Bey mi?’ Zeyno gülerek: ‘Sen Reşit
beyin köpeği bile olamazsın. Bizi öldüreceksin biliyorum. Reşit beyin tüfeğini
geri ver, 20 metre uzaklaşalım öyle vur’ dedi ve devam etti: ‘Emrinde yüzlerce
asker ve milis var ve arkanda da bir devlet var. Benim kocamın da sadece bir
tüfeği var. O tüfek de hainlik etti.’ Dedi ikisi de öldürüldü ”
Reşo
efsanesi bitmemişti, yeni başlamıştı. Dengbêj Şakiro, Reşo’yu da stranlaştırdı.
Bu stran da dilden dile dolaştı. Elime geçen fotoğraflar, sadece Reşo’nun
katline ışık tutmuyor. Aynı zamanda bütün bir katliamın en net tanığı…yıllar
sonra eski bir asker, İran’dan Reşonun ailesine bir mektup ile bir fotoğraf
göndermişti… Mektup Arap harfleriyle yazılıydı… Mektupta Reşo’nun katline dair
birkaç ayrıntı daha vardı : “İbrahim Bey Reşo’ya sordu:
-Seni nasıl
öldürmemi istiyorsun?Reşo da:-Tüfeğim tutukluluk yaptı, o tüfeği ağzıma sık…
dedi
Reşo’ydu. Ağzından kan geliyordu… Üzerinde pahalı olduğu ve İran’dan
alındığı beli olan İngiliz kumaşından elbiseler vardı. Temiz yüzlü, saçları
taralı bu direnişçinin kafasını keserlerken saçına bir de bez bağladılar, saçı
yüzüne dükümlesin, herkes onu tanısın diye… Aynı şeyi ondan önce Beşiri’de
Yado’ya, ondan sonra da Dersim’de Alişer’e yapıldı… Yani kafaları
kesildi…
ANF NEWS AGENCY