Jiyanmedya

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
Jiyanmedya

En Yeni Paylaşım Platformu


    Fareler Birbirini Yer / Aziz NESİN

    avatar
    admin


    Mesaj Sayısı : 622
    Kayıt tarihi : 12/03/13

    Fareler Birbirini Yer / Aziz NESİN  Empty Fareler Birbirini Yer / Aziz NESİN

    Mesaj tarafından admin C.tesi Mart 30, 2013 8:44 am

    Bir zamanlar... Memleketin birinde...
    Hayır,
    masal değil bu... En doğrusu, yeriyle, zamanıyla anlatalım.
    Zaman: Milattan
    sonra...
    Yer: Bu yeryüzünde bir yer...
    İşte yeri belli, zamanı
    belirli...

    Gelelim olaya. Söylenilen zamanda, adı geçen yerde, bir
    büyüüük ambar varmış. Bu ambar, tıklım tıklım yiyecek, yakacak, yunacak,
    giyecekle doluymuş. Herşey düzenlice ayrılmışmış. Pirinç, nohut, fasulye, bakla
    gibi kuru zerzavat biyanda, buğday, arpa, çavdar, yulaf gibi tahıl
    biyanda...

    Sabunlar, yağlar ayrı yerde; giysiler, ayakkabılar ayrı
    yerde... Söylenilen yerdeki, adı geçen zamandaki, sözü geçen büyüüük ambarı, çok
    işbilir birisi yönetirmiş. Bu işbilir, becerikli yönetmen günün birinde ne
    yapacağını şaşırmış. Çünkü o ambarı fareler sarmış. Yiyecekler gündengüne
    eksiliyor, peynirler, peksimetler kemiriliyormuş.

    Becerikli yönetmen
    elbet elleri böğründe oturmuyor, boş durmuyormuş. Canla başla farelere karşı
    savaşıyormuş. Ama ne yapsa savaşta başarı kazanamıyormuş. Kemirilen sabunlar,
    peynir tekerleri gündengüne eksiliyormuş. Giysiler didik didik, parça parçaymış.
    Un çuvallarının içi fare yuvaları...

    Ambarda farelerden hiç mi hiç aman
    yok... Kavurmaları, tahılları yedikçe semirip şişiyorlar, şiştikçe azıp
    dolaşıyorlar, üreyip artıyorlar... Ambar farelerle dolmuş. O koskoca ambarı
    fareler ordusu işgal etmiş. Artık başa çıkılır gibi değilmiş. Yalnız yiyecekleri
    yemek, elbiseleri kemirmek, peyniri, sucuğu dişlemekle kalmıyor; ayakkabıları,
    derileri, tahtaları bile kemire kemire dişlerini, tırnaklarını
    biliyorlarmış.

    Fareler bol bol beslene beslene kedi kadar irileşmişler,
    gitgide semirip köpek kadar olmuşlar. Hiç dur durak yok, ambarın içinde koşup
    oynayıp, atlayıp sıçrayıp duruyorlarmış. Üstelik ambarın en güneşli, en güzel,
    en görüntülü yerlerini de onlar kapmışlar.

    Becerikli yönetmen, farelere
    karşı amansız savaşını sürdürüyormuş. Ambarın her yerine, her kıyı bucağına en
    etkili fare zehiri koymuş; hiç işe yaramamış. İşe yaramadıktan başka, insanların
    keyif verici zehirlere alışmaları gibi, ambardaki fareler de, ambar yönetmeninin
    ölsünler diye oraya buraya yerleştirdiği zehirlere öylesine alışmışlar ki
    gündengüne daha çok zehir istemeye başlamışlar. Zehirleri hergün biraz daha
    arttırılarak verilmezse, ambarı yıkacak gibi tepiniyorlarmış.

    Ambar
    yönetmeni, en avcı kedileri toplayıp gece ambara bırakmış. Ama ertesi sabah
    ambarda, zavallı kedilerin tüyleriyle bir iki parça kemiğini bulabilmişler.
    Farelerle kediler başedemiyorlar, en etkili zehirler bile onları
    öldürmüyormuş.
    Ambarın becerikli yönetmeni büyük kapanlar kurmaya başlamış.
    Kapana yakalanan fare oluyormuş. Ama gecede beş fare kapana tutulsa, günde en az
    yirmi otuz fare ürüyormuş.

    Sonunda yönetmen düşüne taşına kendince bir
    yol bulmuş. Üç tane büyük demir kafes yaptırmış. Kapana yakalanan canlı fareleri
    bu kafese atıyormuş. Her kafes farelerle dolmuş. Yönetmen kafeslerdeki farelere
    yiyecek hiçbişey vermiyormuş. Bir gün, üç gün, beş gün kafeste aç kalan fareler,
    içlerinden en zayıf olan kendilerinden birini parçalayıp yemişler. Karınlarını
    doyurmuşlar. Bir zaman sonra yine acıkınca aralarında dalaşmaya başlamışlar. Bu
    kanlı dalaşma sonunda, yine içlerinden birini boğup parçalayıp yemişler... İşte
    böyle böyle her üç kafesteki farelerin sayısı gündengüne azalıyormuş. En
    kodamanları kalıyor, güçsüzleri, ufakları parçalanıp yeniliyormuş.

    Fare
    dolu kafesler, canlı savaş alanına dönmüş. Sonunda her kafeste üçer, beşer fare
    kalmış. Bu kez, geri kalan fareler, karınlarının acıkmasını beklemeden
    içlerinden birinin üzerine atılıp onu parçalamaya başlamışlar ki, biri ötekini
    parçalamazsa, nasıl olsa o kendisini parçalayacak.

    İşte o yüzden kendi
    canlarını kurtarmak isteyen fareler içlerinden birini, uyurken, uyuklarken,
    dalgınlığından yararlanarak boğup parçalıyormuş. Dahası, kafeste ikisi, üçü
    birleşip birinin üzerine atıldığı bile oluyormuş. Aralarında o birleşenler de,
    sonunda bir punduna getirip birbirlerini yiyorlarmış.

    Sonunda, her
    kafeste tek fare kalmış, en iri, en büyük, en kurnaz, en güçlü
    fare...

    Becerikli yönetmen, her kafeste birer fare kalınca kafeslerin
    kapılarını açıp fareleri teker teker ambarın içine salmış.
    Kendi türlerini
    yemeğe alışmış, yani canavarlaşmış olan o besili kocaman üç fare kafeslerinden
    kurtulunca ambarda ne kadar fare varsa üzerlerine atılıp onları boğmaya,
    paralayıp parçalamaya başlamışlar. Bikez canavarlaşmış olduklarından,
    yediklerini yiyor, yiyemediklerini de, onlar kendisini boğup yemesinler diye, öz
    güvenceleri için öldürüyorlarmış.
    İşte böylece, söylenilen zamandaki, adı
    geçen yerdeki, sözü geçen ambar, hiç olmazsa bir süre için farelerden
    kurtulmuş.

    Olay burda bitiyor.
    Şimdi sizlere bir
    soru:
    Becerikli ambar yönetmeninin aklına, şeytanın bile aklına
    gelmeyecek bu kurnazlık nerden geliyor? Fareleri birbirine yedirerek onları yok
    etme yöntemini nasıl buluyor?

    Cevap: Çünkü o
    becerikli yönetmen, kendisi de, kendi türdeşlerini yok ede ede sağ kalan en
    güçlü fare idi, kendi arkadaşlarını yiye yiye, yok ede ede, o büyüüüük ambarın
    başyönetmeni olmuştu. Kendi yaşamındaki başarı yöntemini farelere
    uygulamıştı.

    Sonuç: Fareler birbirlerini
    yer!...



    Aziz NESİN

      Forum Saati Cuma Nis. 26, 2024 4:07 pm